KARA KEDİ – ZEYNEP PINARBAŞI
Kedinin üstüne basmıştım. Sonsuza kadar uzayan cıyaklama sesinin peşine küçük çığlığım takıldı. Kara kedi! Güne dair tüm şansımı bu sokakta bıraktım.
Her zamanki gibi gecenin en karanlık saatinde ekmek almaya çıktım. O sabah hiç görmediğim bir adamla karşılaştım. Hızlı hızlı ellerini birbirine sürtüyor, uzun incecik bacaklarını sallıyor, ara ara avuçlarını hızlıca omuzundan aşağıya kaydırarak kendini ısıtmaya çalışıyordu.
Beni fırıncının küçük oğlu karşıladı.
“Hoş geldin Gonca Teyze.”
Her sabah aynı terane, ilkokul arkadaşım Nazende ’nin oğluydu. Babası, buranın sahibi Kürek Rami; kocaman, nasırlı elleri vardı. Ekşi kokan bir herifti.
Nazende, ismi narin kendi kabaydı. O zamanlar etleri löp löp ederdi. Bacakları odun, kalçası sıkı, memeleri dolgun, yüzü sivilceden delik deşik, dişleri çarpık, kaşı süpürge bir kızdı. Yürürken yer sallanırdı. Yanımda olduğunda ona bakmak için yukarı doğru kafamı kaldırır, kafamı çevirmeye çalıştığımda “Ben konuşurken yüzüme bak!” diye carlardı. Düşük çenesinden geceleri boyun ağrısı çekerdim. Cilveliydi! On beş yaşındaydı. Rami denen salak, bir gece kaçırdı bunu. En yakın arkadaşımdı. Babam, ona yardım ettiğimi düşünüp beni günlerce dövdü.
– Kaç ekmek lazımdı Gonca Teyze?
Yılışık yılışık konuşan, anası on beşinde erkek koynuna girmiş bu oğlan, evde kaldığımı bildiğinden dalga geçer benimle, teyze der, dedikçe aşınır kalbim, daha da üstüme çöker yalnızlığım ve kuruyan bedenim. Hisseder içimde dönen fırıldağı, yangınım büyük, içim kaynar. Bulsa bir köşede becerecek belki de. Azgın oğlan, yaşı on sekiz olmasına rağmen daha şimdiden mahallenin üç genç kızını perişan etti. Bana her baktığında gözlerinin içinde yanan alevleri görürüm. Yılların beklemişi içini oynatır, bilirim. Bilmediği bir şey var, köşede beni kıstırırsa çükünü keserim.
Daldığımı görünce seslendi. “N ’oldu Gonca Teyze, sıcak mı bastı?” O pis elleriyle tuttuğu ekmeği çektiğim gibi aldım elinden. Parayı masanın üstüne fırlatıp çıktım. Akşamdan hazır ederim ekmeğin parasını, bir de para üstünü bekleyip çekmeyeyim onun suratını.
Fırından dönerken, adamın köşeyi döndüğünü gördüm. İstemsizce takip ettim. Karanlık ara bir sokakta bekleyen kadının yanına gitti. Adamı öyle uzun öptü ki onların bu şehvetli hallerinin bir saniyesini bile kaçırmamak için adımlarımı iyice yavaşlattım. Kadınla göz göze geldiğimizde bakışlarından korktum. Gözlerinin rengi, kaşlarının çatıklığı, üzerimden çekmediği bakışları, o upuzun adamdan iki parmak daha uzun gösteren saçları ve kocaman elleri… Oydu. Nazende, nasıl biriyle oynaşırdı. Görmüştü beni. Korkumu azdıracak o kadar çok detay vardı ki daha fazlasına bakmak benim için kâbus olacaktı.
Akşam yağan yağmur kenarlara birikmişti. Üstüme doğru gelen aracın sıçrattığı çamurlu suyla Nazende’nin etkisinden kurtuldum. Peşimden geldiğini düşünüp her adımda çaktırmadan arkama bakıyordum. Adımlarım takılıyor, ara ara tökezliyordum. Yaz gününün sıcak esintisinde üstüme bir soğukluk geliyordu. Terliklerimden dışarı taşan parmaklarım, adımlarımın coşkusundan öne kayıyor, ara ara beton kaldırıma sürtüp sıyrılıyordu. Yanımdan geçen ikinci otobüsün camlarına yapışmış, mahşer kalabalığındaki insanlara bakınca ardımdan geleni unuttum. Gecenin sabaha döndüğü bu saatte dolu olan otobüsü görünce kalbim sıkıştı.
Kalabalık olmasından değildi kalbimin sıkışması. Erken emeklilik, yaşlı bakıcılığı ve evde kalmışlıkla geçen ömrümün, yaşama dair bazı ayrıntılarından beni mahrum ettiğini o an anladım. Mahrum olduğum anları yeniden hatırlamışken üzerine düşünmeme fırsat kalmadan ardımdan gelen tık tık topuk sesleri beni kapana kısılmış farenin çaresizliğine sürükledi. Yaklaşıyordu. Yaklaştı. Enseme geldi. Nefesi saçlarımı delip tenime değmeye başladı. Dönüp bakamıyordum. Ya Nazende ise? Beni bir çırpıda yere seriverirdi. Kendi rezilliğinin çamurunu üzerime atardı. Sokak arasında elin adamıyla öpüşen ben olurdum. Yaklaştı. Nefes artık ensemden saçlarımı delip geçmekten ötesine varmış, ağzımın içinden çıkıyordu. Sesler çoğaldı. Ne hızlanabiliyor ne de durup ardıma bakabiliyordum. Apartmanın kapısına geldim. Elimi cebime attım, anahtar cebimin dibine değil de sanki ayak bileklerime kadar inmişti. Apartman kapısını açmak için yan durup arkamdan gelen kişiyi görmek istedim. Döndüm kimse yoktu. İçeri girip apartmanın kapısını kapatınca derin bir oh çektim. Rahatlamıştım. Şimdilik! Eve girince babaannemin sigaradan çatallaşmış, sert, yırtıcı sesi geldi. O her konuştuğunda ruhumda bir faça yarası açılırdı. Her gece uykuda iyileşir ertesi sabah yeniden açılırdı yaralarım.
– Sen mi geldin?
– Başka kime anahtar verdin acaba? Bıkmadın her sabah aynı soru.
– Aa! Tersinden mi kalktın sen?
– Off!
– Belli belli solundan yatıp, besmelesiz uyumuşsun yine.
Balkon kapısını açmak için uzandım. Nazende, karşı kaldırımda, elinden hiç düşürmediği beyaz dantelli yelpazesi, onu gördüğümde dikkat etmediğim kolsuz uzun beyaz elbisesiyle hayalet gibi duruyordu. Korkusuzdu. Gözlerini bizim eve dikmiş, hiç kıpırdamıyordu. Hemen arkamı döndüm, görmezden gelip içeri girdim. Giremedim. Balkondaki çekmeceli dolabı karıştırır gibi yapıyor ona bakıyordum. Bir ara arkasını döndü. Annemle babam küçücük yaşımda beni bırakıp gitmeselerdi, böyle korkak olmazdım. Belki de olurdum. Zamanında anneme yaptığı eziyetleri şimdi bana yapan yaşlı kurt masaya oturmak için hamle yaparken avuçlarımda gençliğim bana doğru geliyordu.
– Neyin var Gonca kızım? Hortlak mı gördün? Bembeyaz oldun.
– Bilmem babaanne bir ağırlık çöktü.
– Nazardır Goncam nazar.
– Tansiyonum düşmüştür, karnım acıktı.
– E, hadi gel kızım.
Sofraya oturdu. Bende içeri girdim. Ona çaktırmadan ara ara dışarıya bakıp Nazende ’yi görmeye çalışıyordum. Karşı kaldırıma dikilmiş bir heykeldi. Kara gözlüklerini takmıştı. Nereye baktığını kestirememek beni daha da huysuzlandırdı. Çöp koyma bahanesiyle yeniden balkona çıktım. Yaşlı kurt kırk teraneyle ağzımdan laf almaya çalışıyordu. Nazende siyah gözlüklerinin altından bizim evi izliyordu. Ona meydan okumak istedim. Korkusuzca gözlerimi diktim. Babaannemin ekmek almaya gitmedin mi? sorusuyla irkildim. Aldım ya, diye bağırınca kadın korktu. Çayı devirdi. Onunla uğraşırken Nazende’nin yanına feraceli, yüzü gözü peçeli bir kadın geldi. İkisi birden bizim eve bakıp ilerlediler. Şimdilik kurtulmuştum ama belli ki bu işin peşini bırakmayacaktı. Kahvaltı faslı bitince sofrayı toparladım. Babaannemi televizyonunun karşısına oturtup, balkona sigara içmeye çıktım. Her tarafı ince ince süzüyor, gelen giden herkesi dikkatle inceliyordum. Huzursuzluk yaratacak bir şey yoktu. Balkon kapısını kapatıp, perdeleri çektim. Yemeği pişirip akşama kadar kuytumda saklanabilirdim, bugün köfte yapacağımı unutmasaydım. Sokakta Nazende evde babaannem!
Kim gidecek kasaba? Kasap Efendi, yağlı müşteri olunca evine servise gider, ben aradım mı “Çırak yok Gonca kız geliver, bir zahmet,” der, gidince de başkaları varsa beni en sona bırakırdı. Esnafın bile eğlencesi olmuştum. El mahkûm, çıktım sokağa. Kapıdan çıkmadan önce elimden -ortalığı daha rahat görmek için- bozuk parayı düşürdüm. Parayı ararken etrafı kolaçan ettim. Kimse yoktu. Tam köşeyi döndüm, adamın biriyle çarpıştık. Ayı, diye bağırıverdim. Adam palazlandı. Hızlı hızlı kasaba yürüdüm. Bir bela daha yüklendi başıma. Arkamdan geliyor mu, diye bakarken, “Miiyykkk” bir cıyaklama koptu. Olduğum yerde sıçradım. Yine kara kediye basmıştım. Kasap Lütfi dükkândan az ileriye parça etleri koymuş, hayvanlar yesin diye bırakmıştı. Son lokmaları yemeye çalışan kedinin aklını aldım. İçeri girdiğimde koca göbeğini sallaya sallaya gülen Lütfi ’nin bıyıkları, her kahkahada biraz daha ağzının içine giriyordu. Bir ara öyle bir ses çıkardı ki boğuluyor zannettim. Her kahkahasında açtığı ağzı ciğerlerine kadar ayrılıyordu. Yarım kilo kıyma diyecekken, Nazende ile feraceli kadın içeri girdi.
– Nazende Hanım, hoş geldiniz.
– Hoş bulduk, ne o Lütfi Efendi sesin mahalleye yayılıyor?
– Gonca kız, kediye bastı ona güldüm.
– Ah yazık, canı yanmıştır hayvanın, ne gülüyorsunuz canım?
Lütfi birden ciddileşti. Nazende de benimle dalga geçer, birlikte eğlenirler diye hayal ediyordu belli ki. Ederdi etmesine de Nazende ’nin bugün benimle derdi başkaydı.
– Ne hazırlayayım Nazende Hanım?
– Bak bu Bayan Naazi, bizim yeni kiracımız, tüm esnafla tanıştırıyorum.
– Hoş gelmişsin Nazi Hanım.
Kadın simsiyah bir gölgeydi sanki. Hatta Nazende ‘nin gölgesiydi. Kafasını eğdi. Hiç konuşmadı.
– Ne hazırlayayım Nazende Hanım?
– İki kilo; Kıyma, kuşbaşı, pirzola, her hafta yaptığın gibi olsun.
– Misafir var herhalde?
– Sen hazırla Lütfi Efendi, gerisini boş ver!
Lütfi’nin bakışları değişti ama yüzsüz adamın tekiydi yeniden yılışarak bakmaya başladı. Nazende ben yokmuşum gibi davranıyor, hiç arkasını dönmüyordu. O bakmadıkça ben daha çok bakıyor, bir kadını bir Nazende ’yi inceliyordum. Ellerine, ayaklarına, karnına, kalçasına… Nazende zayıflamıştı. Yanında duran kadının kalçaları düz, Nazende ’nin daha yuvarlak, ayakları aynı boydaydı. O feracenin içinde duran bedeni daha iyi görmek istiyordum, gözlerimi yanacak kadar ayırıyordum. Röntgenci oldum. Sapıklık duygularım kabardı. O an kendimi kaybettiğimi anladım. İçimden Nazende görmüş de hesap soruyormuş havasında kendime hesap soruyordum. “Ne oluyor Gonca? Açıkta bir şey mi gördün Gonca? Sende olmayanı mı kıskandın gonca? Daha bakacaksan kira ver Gonca.” Bacaklarımın birden boşalıp titrediğini hissettim, kalkmak istedim. Çıkıp kaçayım, birkaç sokak aşağıda diğer mahallenin kasabına gideyim, kıymamı alıp evime geçeyim istedim. Bir şey bacaklarıma bastırıyor, beni engelliyordu. Avuçlarım terlemeye başladı. Tam gücümü topladım, kalkacaktım, Nazende arkasına döndü.
– Ahhh Gonca’cığım daldık lafa, nasılsın?
– Sağ ol, sen?
Nasılsın derken dişlerini sıkıyordu. Yanıma yaklaştıkça beni kontrol ediyor, gitmeyeyim diye kapıya kendini set koyuyordu. Yanındaki kadın da döndü. Nazende boylarında ince uzun onun gibi koca ayaklı, kocaman elleri olan bir kadındı. Kendi gibi birini bulmuştu. İkisi arasına ip gersem salına salına kururdu çamaşırlar. İki yanıma oturdular. Bir anda koltukta ikisinin ortasında sıkıştım. Kıpırdamama izin vermiyor, beni daha da sıkıştırıyorlardı.
– Naazi ile tanış canım.
Kadın ellerini uzattı. Öyle bir sıktı ki elimi, oydu vallahi oydu, sabah yanında gördüğüm adam. Adamı kapamış, peçe takıp eldiven giydirmiş, sokağa çıkarmıştı. Elimi sıkıyor ama hiç sesini çıkarmıyordu. “Lütfi amca, ben sonra gelirim, babaannem çok yalnız kaldı.” Fırladım sokağa. Nazende gülüyordu.
İyice çığırından çıkmıştı. Arkama bakamıyordum. Birinin ardım sıra geldiğini duydum. Bu sefer beni kesin sıkıştıracaktı. Koşmaya başladım. İki sokak aşağıdaki parka geldim. İçeri girdim. Etrafa baktım. Kimse yoktu. Banka oturdum. Cebimden sigaramı çıkarırken derin derin nefes almaya çalışıyordum. Paket elimden düştü, almaya çalışırken ben de düştüm. Yere oturmuş, akan gözyaşlarıma hâkim olmaya çalışıyordum. Ne yapacaktım? Belli ki bu kadın kâbus olup üstüme çökecekti. Bir an tüm olanları kocasına anlatmayı düşündüm. Toparlandım. Banka oturdum. Sigarayı elime aldım, ceplerimi karıştırdım, çakmağım yoktu. Öylece bekledim. Annemi, babamı, babaannemi düşündüm. Babaannem de ölünce kimsem kalmıyordu. Babamın ölümünden sonra kalan emekli maaşı ve yaşadığımız iki göz odalı evden başka sahip olduğum neyim vardı? Hasta olsam çorba yapanım, param kalmasa bir ekmek alanım olmazdı. Mahallenin maskarası olmuştum. Benimle dalga geçmeyen yoktu. Daha eli elime değen olmadı. Nazende, kim bilir kaçıncıyı gördü. Düşüncelerim, düşkünlere pişirilen çorba kazanındaki taneler gibiydi. Şiştikçe üste çıkıyorlardı.
Parka genç bir çift girdi. Peşlerinden bakarken sabah gördüğüm hıncahınç dolu otobüs geldi aklıma, Nazende geldi sonra. Ne yapabilecekti ki bana, teknoloji çağındayız, çekerim fotoğraflarını atarım bir yere, vakti gelirse kullanırım. Ben düşecektim peşine. Orada değişmeye karar verdim. Hayatımı değiştirecektim. Kalktım. Aşağı mahalledeki kasaba gitmeye karar verdim. Esnafı değiştirecektim. Beni tanımayan insanlar bulacaktım.
Parktan çıktım. Kararlıydım. Kırklara gelmişken geride bıraktığım hayat için dövünmek yerine, yaşamaya karar verdiğim anda, karşıdan gelen siyah kedi yüzünden vazgeçtim. Saçlarımı üç kez çektim, yere tükürdüm. Hayatımın en önemli kararında nereden çıktı bu uğursuz kedi derken, sağrısındaki beyaz lekeyi görünce kara büyü bozuldu. Kararıma kaldığım yerden devam ettim.