Hikaye

ÜZÜLME ŞEKERİM, SENİN SUÇUN DEĞİL – CANSU KOÇYİĞİT

 

Uzun ve yavaş adımlarla yürüyorum, kurumuş yaprakların ayaklarımın altında çıtırdadığını duymak hoşuma gidiyor. Oldum olası severim sonbaharları. Bana bir şeylerin bitişinden çok, yeni başlangıçlara hazırlık gibi gelir. Ağaçlar eski yapraklarını döker, kendilerini kışa ve ardından gelecek ilkbahara hazırlar böylece. Birçok hayvan kış uykusu için kendilerine yer bulur, vücutlarını yağlandırarak soğuk kışta açlıktan ölmemek için yiyecek depolar. İlkbaharda uyanıp yenilenebilmeleri ve yeni yavrularına kavuşabilmeleri için gereklidir bu hazırlık. Ama birçok hayvan dedim, bütün hayvanlar demedim. Mesela biz kediler, kış uykusuna ihtiyaç duymayız. Çünkü her mevsim ve günün her saati uyumayı severiz. Ayrıca meraklıyızdır, uyuyalım da bütün kış neler olup bittiğini kaçıralım mı yani? Ama kış uykusuna yatan arkadaşlara saygım sonsuz. Zira geçen sene bir kaplumbağa arkadaş bana özenip kış mevsiminde etrafta neler olduğunu öğrenmek için uyanık kalmaya kalktı, zor kurtardık canını. Meğer öyle isteğe bağlı bir şey değilmiş bu uyku. Havaların soğumasına bağlı olarak mideleri çalışmaz olur, yemeden içmeden kesilirlermiş, nerden bilelim şekerim? Neyse ki geç de olsa aklı başına geldi, kolay değil, ölüm kalım meselesi. Ona hemen bir evin bodrumunda karanlık ve kuytu bir köşe bulduk kışı hareketsiz geçirmesi için. Ben de söz verdim, uyanınca neler olup bittiğini ona anlatacağıma. Arkadaşın mı var, derdin var şekerim.

Az önce duyduğum sesler kayboldu, görünürde de kimse yok, demek ki fare değilmiş onları çıkaran. Çocukların elinde kocaman yassı bir taşa benzeyen tuhaf bir alet var, her şeyi taklit edebiliyor, ondan gelmiş olmalı. Tuhaf diyorum, çünkü hem birçok hayvanın sesini duyuyorum, hem de bir canlı sıcaklığı alamıyorum ondan. Ne olduğunu hiç anlamadım. Beni de çoğu zaman kandırıyor, bir av buldum zannedip sevinirken hevesim kursağımda kalıyor. Neyse. En iyisi yürürken yaprak ve toza bulanan patilerimi yalamak. Evet. Patilerimi sık sık yalarım, neden derseniz temizlik önemlidir. Sadece patilerimi değil, tüm vücudumu, hatta kuyruğumu bile yalayarak temizlerim. Nereden ne çıkacağı belli mi olur şekerim? Ondan sonra uyuzuymuş, parazitiymiş uğraş dur. Ayrıca tüylerim çok uzun, dilimle taramayayım da birbirine mi dolansın? Her zaman güzel ve bakımlı olmak çok zor, ama biz kedilerin kaderi bu şekerim. Günün en az beş saati yalanırım ben. Yaklaşık on saati de uyurum. Geri kalan zamanlarda ne yaptığımsa biraz meçhul. O kısmını insanlar çözemediği için burada da bahsedemiyorum.

Patimi yalarken gözüm yine sağ patimdeki siyah lekeye takıldı. Hayır, tüm patilerim pembe, bir tek orası siyah. Patimi ne kadar yalasam da değişmiyor, doğumsal bir leke olmalı. Olmalı diyorum, çünkü o kadar küçüktüm ki hatırlamıyorum. Ama böyle kirliymiş gibi görünmesi beni deli ediyor, o yüzden yine de ne olur ne olmaz diye en çok orayı yalıyorum. Bir de tüm vücudum beyazken, ön ayaklarımın üstünde ve kuyruğumun tamamında halka halka uzanan siyahlıklar var. Ancak onlara kızmıyorum, aksine çok seviyorum bu halkaları. Çünkü her biri bana özel.

Ayaklarım beni yine o malum sokağa getirdi. Hayatımla ilgili hatırladığım ilk şey, annem ve kardeşlerimle bir köy evinin gübre kokulu bahçesinde olduğum. Gözlerim yeni açılmış, annemden uzaklaşmaya korkuyorum hala. O gün küçük bir kız geldi annesiyle birlikte, annemin bize bakabilmesi için çaputlar sererek bir yer hazırlayan ve ara sıra yiyecek veren kadınla konuştular. Sonra çocuk, yanımıza gelerek yüzünün yarısını kaplayan iri siyah gözleriyle hepimizi tek tek inceledi ve gözleri benim üzerimde kaldı. Ardından annesine bir şeyler söyledi, annesi de kadına. Kadın kınası solmuş nasırlı ellerini uzatarak beni annemin memesinden aldı ve çocuğun ellerine bıraktı. Çocuk beni ürkek ama dikkatli bir şekilde tutarak sevinçle göğsüne bastırdı. Annemin ve benim korku dolu miyavlamalarımıza rağmen beni bırakmadı fakat tedirgin oldu, yüzünden kararsız olduğunu anlayabiliyordum. Henüz çok küçüktü belki ama yine aynı sebepten güçlü olan içgüdüleriyle beni annemden ayırmak için erken olduğunun ayırdına varmıştı sanırım. Ancak annesi onu azarladı ve kucağında benimle birlikte oradan ayrıldılar. Korkunç homurtular çıkaran bir araçla hareket etmeye başladık, sonradan buna araba dendiğini ve hep çok meşgul olan insanların bir yerden bir yere daha hızlı gitmelerini sağladığını öğrendim. O gün bugündür korkarım arabalardan. Sonunda bu sokağa geldik işte. Çünkü küçük kızın ailesiyle birlikte oturduğu ev bu sokağın başındaydı. O günün hem benim hem de onun için çok kötü geçtiğini anımsıyorum. Ben çok küçüktüm, korkmuştum, nasıl besleneceğimi bilmiyordum ve annemle kardeşlerimin sıcaklığı olmadan çok yalnız hissediyordum. Çocuk da küçüktü, bana bir şey olmasından korkuyordu, bir kedi yavrusuna nasıl bakacağını bilmiyordu ve annesi ona bu konuda yardımcı olmadığı için çok yalnız hissediyordu. Yani aslında aynı durumdaydık. Çocuk önüme süt koydu, çorba koydu, ıslak ekmek koydu, ben korkuyla miyavladıkça aç olduğum için olduğunu düşünerek bir şeyler getirdi sürekli. Ama hiçbir şey yiyemedim. Bedenimi titreten çaresiz miyavlamalarımı duydukça üzüldü, ağlamaklı oldu. Kendini çok suçlu hissettiğini anlayabiliyordum. Fakat şimdi düşününce onun hiçbir suçu olmadığını görebiliyorum, bilemezdi. Umarım o da bunu biliyordur.

O gece çok sancılı geçti, ertesi günse beklenmedik şeyler olmaya devam etti. Küçük kız ve ailesi yazlık evlerine taşınmak üzere eşyalarını küçük bir kamyonete yüklediler. O ince titreyen sesiyle annesiyle tartışıp ikna etmeye, beni de yanında götürmeleri gerektiğini anlatmaya çalıştı. Annesiyse bütün gece miyavladığım ve huzurunu bozduğum, dahası bir şey yemediğim için öleceğimi düşündüğünden –sanıyorum- beni götürmeyeceklerini söyledi ona. Hatta beni sokağa bırakma görevini de onun minik omuzlarına yükledi. Ne anne babalar var! Çocuk beni şefkatle ellerine alıp göğsüne bastırarak merdivenlerden indi, sokağa çıktık. Bahçe kapısının yakınında bir çöp konteyneri vardı, konteynerin çevresinde de birçok kedi. Beni kenara bırakarak gidip onlara bir şeyler söyledi. Sonra dönüp yanıma geldi, ağladığını görebiliyordum. Yüzünün yarısını kaplayan iri siyah gözleriyle gözlerimin içine bakarak; “sakın üzülme minik kedicik, büyük kedilerle konuştum, onlar burada sana çok iyi bakacak. Seni bırakmak zorunda olduğum için çok üzgünüm, ama seni çok sevdiğimi unutma olur mu?” dedi. Keşke o gün onun içini rahatlatacak bir şeyler söyleyebilseydim, mesela “Üzülme şekerim, senin suçun değil.” gibi şeyler. Ancak ne yazık ki biz kediler konuşamayız. Beni, çöpün hemen arkasındaki hanımeli ağacının altında bulunan yüksekçe bir kaldırım taşının üzerine bırakıp hıçkırarak uzaklaştı yanımdan. Yalnız kalmıştım.

Minik adımlar atarak diğer kedilere yaklaşmaya çalıştım. Bana kötü kötü bakıp çöplüğü karıştırmaya ve yiyecek aramaya devam ettiler. Küçük kızın konuşması pek etkili olmamıştı anlaşılan. Acıklı sesimle miyavlamaya başladım yine. Sarı yumuşak tüyleri olan bir kedi beni fark etti ve arkamdan ittirerek bir bahçeye götürdü. Orada yakın zamanda doğum yaptığı belli olan, alaca renkli bir anne kediyle karşılaştım, üç minik yavrusunu emziriyordu. Miyavlamaya devam ederek yanına gittim, önce beni kokladı, sonra yaladı ve çişimi yaptırdı. Ön patileriyle yönlendirerek boş bir meme bulmama yardımcı oldu. Sütannemi bulmamın hikayesi de böyledir.

Zamanla yemek yemeyi ve kendimi tehlikelerden sakınmayı öğrendim. Yaşadıklarımı unutmadım, bu yüzden nerede annesiz kalmış bir yavru kedi görsem yardım ederim. Benim de tam yirmi iki yavrum oldu, kendi başlarının çaresine bakmayı öğrenene kadar hiçbirini yanımdan ayırmadım. O küçük kızı bir daha görmedim, görsem mutlaka hatırlarım gözlerinden. Yine de ara sıra bu sokağa geliyorum. Sokağın iki yanında bir sürü ağaç var, bu yüzden sonbaharda tüm sokak sararmış yapraklarla doluyor. Uzun ve yavaş adımlarla yürüyorum, kurumuş yaprakların ayaklarımın altında çıtırdadığını duymak hoşuma gidiyor.

Bir cevap yazın