Hikaye

DEVE – NERGİZ T. TOSUN 

Yeni nesil doğum gülleri, hediyelere boğulan çocuklar, doyumsuz bir nesil… Sonu nereye gidecek belli değil. Geçenlerde, kızımın doğum günü için yeni moda telaşları ben de yaşadım. Anne olarak eksik kalmasın, mutlu olsun, kıskanmasın, aman ne olacak yılda bir gün gibi avutmalarla hazırlandığım bir doğum günü… Tabii en büyük telaş hediyede.

Aldım kızımı karşıma sordum “Ne alsam mutlu olursun?” diye. Amaç önce ihtiyaçları tabii ama çocuk işte, ihtiyaç onun derdinde mi?  İstediği, herkeste olan popüler oyuncaklar. Bütçemizin yetmeyeceği konuşmasından sonra hüzünle “Ne isterseniz alın ama ben bilmeyeyim ki sürpriz olsun.,” cevabını aldım. Şimdiki neslin hediye mutluluğu maksimum iki saat, tabii havasını atacak bir çocuk yoksa etrafında. Hediye için düşünme telaşına girdiğim anda aklıma hayatımın en anlamlı hediyesi geldi. Ulaşmak için bir ay boyunca sabahın altısında uyanmam gereken, bana sabretmeyi öğreten hediyem.

Bizim dönemde okula başlama yaşı yedi idi. Benim ise okula başlamama daha bir sene vardı.  Sarı lüle lüle saçları olan bir çocuktum. O zamanlar mahalleli anlayışı vardı. Herkes kimin kızısın bilirdi. O zamanlar mahalleli anlayışı vardı. Herkes kimin kızısın bilirdi.  Seni koruyan ve kollayan kan bağın olmadığı amcaların teyzelerin olurdu, kafanı sıvazlayan, hal hatır soran. Kısacası mahallende güvendeydin. İster sabahın altısında, ister gecenin on ikisinde dışarda ol, korkacak bir şey olmazdı,  her kapı senin evindi.

 

Okula başlamama daha bir yıl vardı. Abim, oyun arkadaşım, birinci sınıfa başlamıştı. Okula başlayınca da bütün eşyalarını, özellikle okul malzemelerini benden sakınır olmuştu. Gözüm kaleminde, silgisinde ya da o yirmi dörtlü kendine özel çantası olan pastel boyalarında değildi. Bizim yılların en popüler kitap setindeydi.: Cin Ali. Azıcık dokunmak, o resimlere bakmak için neler vermezdim. Maalesef okul malzemeleri onun için çok kıymetliydi ve paylaşmak istemiyordu. Özellikle de Cin Ali setini. Dokunmam bile yasaktı. İçimin o kitaplara bakma, okumaya çalışma aşkıyla dolu olduğu bir gün abimden gizli çantasından seti çıkardım. Kokusu hala aklımda. Heyecan ve yakalanma korkusuyla sayfaları çevirirken abim çıkageldi. İyi bir azar işittim, bunun üzerine ağlamaya başladım. Ama ne ağlama. Babamın iş çıkışına denk gelmişti bu olay. Ağladığımı gören babam hemen kucağına aldı ve neler olduğunu sordu. Durumu anlattım. Abime kızar, “Azıcık ver şu çocuğa baksın,” der sanıyordum. Ama yapmadı. Dizine oturttu, saçlarımı okşayarak; “Sen de o kitaplardan istiyorsun değil mi?” diye sordu. Gözyaşlarımı silerek kafamı aşağı yukarı salladım.

“O zaman sana bir haberim var.”

Ben  merakla  dinlemeye koyuldum.

“Senin için bu kitaplardan istedim ama bir sorun var.”

Sorun umurumda değildi, yeter ki o kitaplardan benim de olsun. Söyleyeceklerini hemen söylesin diye babama “Sorun ne?” diye sordum. “Senin kitaplardan buralarda kalmamış. Çok uzaklardan getirecekler, gelmesi biraz uzun sürebilir,” dedi. “Peki nasıl gelecek, sana mı getirecekler?” diye sordum. “Hayır,” diye başını salladı. “Deve kervanı ile şu dağın arkasından gelecek ama saati belli olmaz, sen her sabah uyandığında bahçe kapısında develeri bekle, seni görmezlerse kitapları sana bırakmadan giderler,” dedi. Babamın söylediklerinden hangisine kalbim güm güm attı bilmiyorum. Kitaplara mı yoksa develere mi? Mutluluk ve bilmediğim bir hava içinde abime attığım bir bakışım vardı ki görülmeye değerdi. Onun ise kıskançlık kokan bakışı… Sabahı zor etmek ne demekmiş o yaşımda anladım.

Erkenden,  saat kaçtı bilmiyorum, kimse uyanmadan kalkıp bahçenin duvarına oturup o develerin gelmesini beklemeye koyuldum. Kaç sabah öyle bekledim bilmiyorum her beklemenin sonunda bu sabah değilse yarın gelir telkinleriyle günleri saymamaya  başladım. Vaz geçmek yoktu, elbet gelecekti.

Benim gibi erkenci komşular sabah sabah bu kız ne bekliyor diye anneme sormuş, annem de onlara durumu anlatmıştı. Eminim içlerinden acınası bir gülme geçmiştir. Hatta “Yazık çocuğa üzülecek sonunda,” diyen de olmuştur. Her bahçeye çıktımda ve gelen giden olmadığını gördüğümde, bekleyecek gücüm kalmadığında biri yanıma gelir, “Sakın üzülme, elbet kitapların gelecek,” derdi. Dile kolay bir ay bekledim pes etmeden.

Günler birbirini kovaladı. Bu yürümeyi bilmeyen develerin o dağı bir türlü aşamadıkları, benim de umudumu kestiğim zamanlarda yurt dışından dayım geldi. Onun gelişini ailecek dört gözle bekleriz. Çünkü onun bavulu akıl almaz mor inekli çikolatalarla dolu olurdu. Ne de çok seviyor bizi derdim içimden. Sevmese hep bize bu güzel çikolatalardan getirir mi? Fakat, dayımın gelişi benim bekleyişimi etkilememişti. Yine sabahın erken saatlerinde beklemeye koyuluyordum. Bir gün dayımı da uyku tutmamış ki beni bahçe duvarında otururken gördü. “Sen neyi bekliyorsun bakalım sarı pişik?” dedi. Ben de kendini bilmiş bir edayla “Develeri,” diye cevapladım. Şaşkına dönmüşçesine peş peşe sorular sordu. Baktı ki ben çok meşgulüm bu işle annemle konuşmanın daha iyi olacağını anladı. Kahvaltıya oturduğumuzda şen bir kahkahayla “Senin develer biraz yavaş sanırım,” dedi. Ben de omuz silkip “Sanırım dayı,” diye mırıldandım.

O akşam sokak oyunlarına doymadan eve döndüm. Yatağıma uzanmak için hamle yaptığımda yastığımın ucunda bir paket gördüm. Hemen elime alıp anneme seslendim. Bana benim için olduğunu ve açabileceğimi söyledi. Telaşla açtım. Gözlerim fal taşı gibi olmuştu. Cin Ali seti. Ama nasıl olur, ne zaman geldi develer derken babam yanıma geldi. Sorularımı sıralamama izin vermeden bana oynadığı oyunu anlattı.

O zamanlarda para çocukların isteklerine harcanacak bir araç değildi. Eve kırmızı et girdiyse bayram edilen bir zamandı. Küçük bir kız ağladı diye istedikleri hemen alınamazdı. Babam da hemen alamayacağı için beni en az üzüleceğim şekilde oyalamıştı. Kızmamıştım babama belki bir devenin hörgücünde gelmemişti ama elimdeydi işte, tam karşımda.

Babama hiçbir şey demeden sarıldım. Saatlerce Cin Ali’lerin sayfalarını karıştırdım. Resimlerine baktım. Abim sesli okudukça takip ettim. Her hecesini aklıma kazıdım. Babama hiçbir şey demeden sarıldım, saatlerce Cin Ali’lerin sayfalarını karıştırdım, resimlerine baktım, abim sesli okudukça da takip ettim, her hecesini aklıma kazıdım. Okula başlamadan önce okumayı çözmüştüm.

Şimdi soruyorum kendime çocukta iz bırakmak mı yoksa anı kurtarmak mı yaptığım.

 

 

Bir cevap yazın