SERENAD – EMİNE KAPLAN ÖZCAN
Nereden, nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Bir yandan Schubert’in Serenade’ını
dinliyorum bir yandan Nadia’nın hissettiklerini düşünüyorum. Nasıl içten ve soğuk
bir müzik. Soğuk derken, savaş gibi soğuk, ayrılık gibi soğuk, ölüm gibi soğuk…
Belki de ilk kez bu kitaptan sonra dinlediğim içindir böyle düşünmem ki aslında çok
severim bu müzikleri. Neyse kitaba gelelim.
Birçok kişi okudu Serenad’ı ve herkes çok beğendi. Hal böyle olunca biraz
ertelemekte fayda gördüm. Zülfü Livaneli’yi ilk kez okumadım, daha önce de çok
severek okuduğum kitapları oldu. ‘Kardeşimin Hikayesi’, ‘Son Ada’, ‘Huzursuzluk’,
‘Arkadaşıma Veda’. Aklım okumadıklarımda. Velhasıl biliyordum güzel bir kitabın
daha elimde olduğunu ama bu kadarını beklemiyordum. Hatta ilk sayfalarda Maya
Duran’ın günlük hayatını mı okuyacağım yani, bunu mu övdüler? dedim yalan yok.
Ama sonra…
Maya Duran İstanbul Üniveristesi’nden mezun ve aynı üniversitenin halkla ilişkiler
departmanında çalışan, eşinden ayrı, oğluyla birlikte yaşayan, genç bir kadın.
İngilizcesi iyi dediklerimizden. Bu sebeple de okula yurtdışından gelen her misafire
rehberlik etme görevi ona düşüyor. Yine öyle oldu. Adı Alman gibi ama Amerikalı
Profesör Doktor Maximilian Wagner’ı karşılama ve rehberlik etme göreviyle yola
çıktı şoför Süleyman’la. Uçaktan inen adamı görünce gözlerine inanamadı. Yaşına
göre çok karizmatik görünen, dimdik bir adamdı karşısındaki ve ellidokuz yıl sonra
ilk kez geliyordu İstanbul’a. Peki neden onca zaman hiç gelmemişti? Peki neden
Amerika’da hocaydı da Alman ismi taşıyordu?
1939-1942 yılları arasında gelmişti İstanbul’a. Daha doğrusu geliyorlardı. Yahudi
bir kıza aşık olmuştu Maximilian. Fakat Ari bir Alman ve Yahudi bir kızın evlenmesi
pek de mümkün değildi. Irkçılık! Ama şanslıyıdı Maximilian, ailesi böyle
düşünmüyordu ve evlendiler. Başkalarına karşı Nadia’ya Katharina ismini verdiler
ama Nadia’nın Alman gibi yaşamaya çalışması çok uzun sürmedi. Üstelik Nadia
hamileydi. Tek korkuları birbirlerinden ayrılmaktı. Sonunda birlikte rahatça
yaşayabilecekleri İstanbul’a, orada yaşayan dostlarının yanına gitmeye karar
verdiler. Giderken belki de profösör bir Yahudi kızıyla evli olduğunu, onun kocası
olmaktan gurur duyduğunu yazmasa bunlar olmayacaktı. Gestapo gelip trendeki
küçücük bir boşluk anında Nadia’yı kaçırmayacaktı kim bilir..
İşte.. Nadia kaçırıldı. Bebeklerini kaybetti ve aşkını.. Bırakmadı Wagner. Tüm
dostlarından, yardımı dokunabilecek herkesten yardım istedi ve hiçkimse geri
çevirmedi bu genç adamı. Sonunda Nadia’nın izine ulaştı. İstanbul’a dönmesi için
her şeyi hazırladı. Evleri bile hazırdı. Fakat nerden bileceklerdi Nadia’yı da
taşıyacak geminin Struma olacağını.!
Ah! Sadece bir kez kıyıda duran geminin güvertesinde onca insanın arasında ona
el sallarken görebilmişti sevdiğini Maximilan, o da dürbünle. Sonra Şile’de
gözlerinin önünde geminin patlamasını!
Tarih 24 Şubat!
Bir kitap bitmedi. Dostumla vedalaştım, gözlerim yaş dolu. Maximilan da ayrıldı
sonunda bu hayattan ama kavuştu Nadia’ya..
Anlatacak öyle çok şey var ki bu kitapla ilgili daha fazla yazabilirim ama okuyacak olanlara biraz merak kalsın bakalım bu süreçte neler oldu?
Dediğim gibi ben hem ağladım, hem okudum. Maximilian’ı inanılmaz sevdim, tabii
bizi Wagner’ın hayatıyla buluşturan karakter Maya Duran’ı da. Yüreğine sağlık
Zülfü Livaneli.
Elveda Max!
Elveda Nadia!