Hikaye

UMMAN – Zeynep PINARBAŞI

 

Aşina olduğu bir kokuyu bulmak için yola çıkan genç adam takılıp tökezlediği taşa tumturaklı bir küfür salladı. Bileğine büyük gelen saati yine yerinden kayıp geriye dönmüştü. Bileğini ters çevirip bakmak yerine kolunu sallayarak saatini yerine getirmiş, akreple yelkovanın dansını izliyordu. Saatin kaç olduğuna bakacağını unutup uçarak giden saniye ibresinin ardına takılan gözlerini hızla çeviriyor ve döngüden hoşnut kaldığını anlatan yüz ifadesinin ardına sığınıp insanlara mutlu görünüyordu. Değildi. Otuz yıllık yaşamında hiç mutlu olmamıştı. Doğduğu ilk güne kadar giden aklı, her geçen zaman diliminde bir öncekini hatırlıyor, özlüyor ve hatıralarında kayboluyordu. Yeni âşık olduğu kadına yaklaşırken bir önceki aşkını hatırlıyor, elinde avcunda olan sevgiyi hırpalıyor, çok geçmeden sevgilililerini kaçkına çevirip sonra onları terk ediyordu. Mutsuzdu. Mutluluk akıp giden bir saniye öncesinde kalmıştı. Sevgiye muhtaç adamları arayan kadınları bulup, onlara âşık oluyor, sonra onların ilgisinden sıkılıyordu. Her adımda bir önceki adımı özlüyor, anne ve babasını düşündükçe onların en genç hallerine kadar gidip orada kalmalarını istiyordu. Dünyaya gelmiş olduğu güne değil, annesinin karnındaki günlere özlem duyuyordu. Üniversitede liseyi, lisede ortaokulu, ortaokulda ilk okulu, ilk okulda, annesinin öğrettiği a b c’yi annesinin süt kokusuna giden zamanı hatırlıyordu. İstediği o zamandı. En yakın arkadaşının bir öncekini yaşını istiyor; doksanlarda seksenleri, iki binlerde doksanları dinliyordu. Televizyonda Leyla ile Mecnun var iken o Perihan’la Şakir’i anıyordu. Erdal Bakkal yerine Meraklı Melahat’ı, Çiçek taksi yerine Çiçek Abbas’ı istiyordu. Onu bırakıp giden kardeşine değil, onun annesinin karnındaki tekme atışlarına hasretti.

Terk ettiği son sevgilisinin yanından ayrılıp deniz kenarına gelen Umman, bir önceki sevgilisini bulmak için yürürken ayağı bir taşa takıldı. Tökezledi. Döndü taşa “Anasını avradını sevdiğim taş, beni mi öpeceksin?” diye bağırdı. Bu duruma içerleyen taş, hafifçe yuvarlandı. Tekrar ayağının altına girdi. Şimdi taşı öpme zamanıydı. Yere eğildi. Elleri titriyor, avuçları terliyordu ama avuçladı. Elinin ayasının kenarında kaybolan taş, umduğundan küçüktü. Onu fırlattı. Fırlatırken açıyı ayarlayamayan Umman, taşı doksan derecelik açıyla tutup, hızla fırlatmayı hayal ederken, küçüklüğünden faydalanan taş kaydı. Koca alnına küçük, nokta kadar, belki de belli belirsiz bir delik açtı. Umman alnını kaşıdı, alnı kızardı. Kızaran alnından taşan kırmızılık yanaklarına oradan kulaklarına geçti. Umman dişlerini sıktı. Yeniden eğildi. Taşı aldı, avucunda hırsla sıktı. Taş yeniden düştü. Ayaklarının parmak uçlarından uyuştuğunu hissetti. Tüm bedenini sarstı. Öyle bir sarstı ki bacaklarına kuvvet geldi.  Şimdi taşı öpme zamanıydı. Taşa bir tekme savurdu. Savurduğu tekme taştan boşa çıkınca, önünde duran beton banka çarptı. Umman’ın ayağında terlik vardı. O kahrolası küçük parmak diğer parmaklarından kırk derecelik açıyla ayrılıp tekrar yerine geldi. O esnada duyduğu acı karşısında içinde yangın çıktı. Yangın ağzından dışarı taştı. Taşarken sıktığı dişlerine takıldı. Tısladı. Taşı yeniden öpmesi gerekti. Yerden aldı. Seke seke deniz kenarına geldi. Umman deniz kenarındaydı. Sevgililerinden ayrılacağı zamanlarda onları Arnavutköy’de Akıntı Burnu ’na getirmezse olmazdı. Kızgınlık anında onları denize itmeyi hayal ederdi.

Hiç yapamadı. Bu hayalini taşla gerçekleştirecekti. Seke seke gelirken küçük parmağı arada sağa kaykılıp kendine minik bir selam atıyordu. O selamlara ‘ah’ olarak karşılık veren Umman kenarda, en uçta durdu.

Şimdi taşı öpme zamanıydı. Onu suya bıraktı. Sessizce. Oldukça narin, kimse görmeden ve kimse duymadan, taş hızla suya düştü. Ağır ağır hayır hızlıca dibe çöktü. Taş boğuldu. Umman’ın göz kenarlarına küçük kırışıklıklar yerleşirken sabit duran dudakları önce sağa, sola doğru yayıldı sonra hafif aralandı üst dişleri alt dudağına değiyordu. Midesinde bir kıpırtı içini hoş etti. Oradan bir hava yukarı doğru ilerledi, ciğerlerinde çoğalan hava yavaş yavaş ağzından çıktı. Çıkan hava ritimliydi. Küçük küçük hıh sesleri, büyük kahkahalara dönüştü. Umman suya bakıyor, baktıkça gözlerinin içi parlıyor, uzaktan da olsa suya yansıyan aksini görüyor daha da keyifleniyordu. Kaldırımın denizle birleşen kenarına oturdu. Hayatında ilk kez bir sonraki anı düşündü.

Eve gidince Leyla ile Mecnun’u izlemeye, yeni çıkan sigaralardan içmeye, son moda bir terlik almaya, kardeşini arayıp onu sevdiğini söylemeye karar verdi. Hayatına girecek yeni aşkla evlenmeyi, çocuklarını parka götürmeyi, kavga edip yeniden barışmayı hayal etti.

Artık yeni adımlar atıp, hayaller kurabiliyor ve hiç Akıntı Burnu’na gitmiyordu.

Her şey mektuplarla başladı. Sonra şiirler geldi. Ardından iç dökmeler... Yıllar kelimeleri kovaladı, ben de peşinden gittim. Şimdi sırada öyküler var. Yazdım, yazıyorum.

Bir cevap yazın