Hikaye

MADAM, MÖSYÖ ve DÜĞMELER – Pınar AKSU ERTAŞ

Lâcivertti, mavisi bol lâcivert, ince uzun orantılı vücudunu saran gece elbisesi, aşağıya doğru genişleyip, her adımda arka yırtmacı açılıyor, önden burnu görünen zarif lame ayakkabıları, elinde küçük lame gece çantasıyla kıyafeti tamamlıyordu. Kapalı yaka, truvakar kol, sırttaki derin V yakanın
sonu ile dizinin üç dört parmak üzerinde biten yırtmaç arasında, Avrupa Pasajı’ndan alınmış lame yuvarlak düğmeleri ışıldıyordu. Saçlarını topuz yapmıştı, hareli iri gözleri, zarif parmaklarındaki Mösyö’nün aldığı tek taş yüzüğü ve kolyesi kadar parlıyordu.Mösyö ise smokin giymişti, siyah rugan
ayakkabıları, papyonu, fiyakalı duruyordu. Uzun boylu, yakışıklıydı. Birbirlerine benziyorlardı.Küçük elim anneannemin elinden, apartmanın önüne gelince kurtuldu. Anneannemle ben akşam üzeri çarşı dönüşü,Madam ve Mösyö ile apartmanın antika demir kapısının önünde karşılaşmıştık.Çok güzellerdi, hayran hayran bakıp, her bir detayı beynime kazıyordum adeta…Kazılanlar hala duruyor. Hilton’a Madamın kuzeninin çocuğunun düğününe gidiyorlarmış. Keşke onların da çocukları olsaydı. Onunla arkadaş olurdum. Oyun oynardık. Bize gelirdi. Benim de evlerine daha sık gitmek için bir bahanem olurdu böylece; bayramları beklemezdim. Bence düğünün en güzel çifti onlardı. Her zamanki nezaketiyle iyi akşamlar dileyen Mösyö, hafif gülümseyerek başıyla selam
vermişti. Detayların tümünü araştırırken, Madam’ın yanağımı okşamasıyla kendime geldim.
“Nasılsın bakalım küçük hanım?”
“Teşekkür ederim iyiyim Madam.”
Bizim evdeki isimleri Madam ve Mösyö. Zemin kattaki komşularımız.
Nedenini bilmiyordum ama farklılardı. Her bayramda Madam bir kayık tabak dolusu elma veya armut tatlısıyla bizi ziyarete gelirdi. Elma ve armutlar kabuklarıyla birlikte bütünlüğünü korurken, koçanları silindir şeklinde çıkarılmış ve yerlerine kaymak doldurulmuş çok lezzetliydiler. Ben bayramlarda evdeki baklavadan yemez Madam’ın gelmesini beklerdim.Tatlısı kadar sevdiğim hatta, kelimelerini çocuk aklıma yazdığım harika sohbeti, sakinliği, kibarlığı, nezaketi beni hayran bırakırken, kahve fincanının kulpunu baş parmağı ve işaret parmağı arasında tutarak ağzına götürüşü, diğer parmakların her seferinde aşağı yukarı yavaş yavaş eğilişi bir bale gösterisi izlenimi verirdi çocuk aklıma. Türkçe konuşurlardı, biraz değişik. Bayramları bizimkilerden farklı tarihlerde olurdu. Bu farklılıklarla ilgili bizim evde herhangi bir sohbet yapılmazdı. Çok saygı duyulan komşularımız Madam ve Mösyö idi onlar.
Bayramlarında anneannem ve ben mutlaka bir kutu veya kayık tabak tatlı ile ziyaretlerine giderdik.Madam ve Mösyö kapıda karşılarlardı.Evleri duvardan duvara kitap doluydu. Kitap, antika ceviz mobilya ve Arap sabunu kokusu, belki redöşose altında olduklarından hafif rutubet kokusu da eşlik ediyordu bu evin kokusuna. Sevdiğim tuhaf bir kokusu vardı. Bayram harici birkaç kez gitmiştim evlerine. Kapıyı Madam açardı. Mösyö de salonda köşede pirinçten yaprak motifli uzun ayağı olan başını eğmiş Gündöndü’ye benzeyen , camdan çiçek lambanın altındaki, goblen berjer koltuğunda bacak bacak üzerine atmış kitap okuyor olurdu. Hep okurdu. Bütün duvarları okuduğunu düşünürdüm.Sert görünür, güldüğünü hiç görmezdim. Benimle her zaman sakin nazik konuşmasına karşın çekinirdim Mösyöden. Her gidişimde, hayranlıkla baktığım duvarlarındaki kitaplarından beni imtihan edecekmiş gibi gelirdi. Türk pasaportuyla Nazi kampından çocuk yaşta kurtulan nasıl bir insan olur? Yıllar sonra evimizde hiç konuşulmayan farklılığın bu bölümünü öğrendim. Haklıydı
Mösyö çocukluğun çığlığı gülerek anlatılmaz.

_
Madam Mösyönün koluna girmiş karşı kaldırımda yavaş yavaş yürüyorlar. Madam küçülmüş,Mösyönün kamburu çıkmış. Bende Madamın mavisi bol lame düğmeleri bana göz kırpan lacivert gece elbisesini giydiği yaştayım. Hâlâ, yakışıyorlar birbirlerine, karşı kaldırıma geçmiştim.Aynı kibarlık aynı bilgelik; içimdeyse aynı heyecan aynı mutluluk.
“Merhaba Madam “
“Merhaba Mösyö”
“Nasılsınız?”
Madam düşmüş kalçası kırılmış, ameliyattan sonra ilk kez sokağa çıkışıymış, Mösyö iyiymiş.Eşinin gözünün içine bakarak. “O iyileşti, daha iyiyim.” Sesi yumuşak, gözleri parlıyor Madam’a bakarken.Çocuklarım ve annemi sordular. Madamı son görüşümdü bu. Bir kez de Mösyöyü tek
başına elinde bastonuyla gördüm, çökmüştü. Yanına gidemedim. Bu sefer yarısı yok olan birine hatır sormaktan çekindim.Bir süre sonra Mösyönün eşinin yanına gittiğini öğrendim.O sevdiğim evde, çocukluğumun kahramanlarının kokusunu son bir kez almak için apartmanın demir kapısına geldiğimde antika eşyalarını taşıyorlardı. Pirinç yapraklı gündöndü lambayı taşıyanla,merdivenlerin başında karşılaştım. Merdivenlerden indiğimde kapı açıktı, içeridekiler evi topluyordu,sevdiğim evin kokusu yok. Bitmiş, koku gitmiş, sahipleriyle…
“Akrabası mısınız abla?”
“Değilim. Komşularıyım.”
“Siz?”
“Eskiciyim.Ev kaldıran da diyorlar bize, satın aldım eşyaları.”
Kitapları topluyordu.
“Ne yapacaksınız kitapları?”
“Sahaflarda alıcısı çok. Bu evdeki her şeyin alıcısı var.”
“Öyle mi? Alıcılar anıları merak eder mi yoksa sahibi gidince bitiyor mu her şey”
“E tabi her şeyin bir sonu var”
“Bu işler böyle oluyor demek”
“Elbiselerin bile fotoğraflarını çekeriz, alıcısı çok”
Mavisi bol lacivert aklıma düştü.
“Düğmeler?”
“Bu kadar eşya arasında düğme nereden aklına geldi abla? Onların da alıcısı var, koleksiyon yapanlar.”
Yatak odasına girdim.Gardırobu söküp duvara dayamışlardı. İçeride bir kişi elbiselerin fotoğrafını çekip, düğmelerini söküp poşete koyuyordu.Mavisi bol laciverti aradım. Yok… Çoktan fotoğrafı çekilmiş, siyah battal boy çöp poşetinin dibini boylamıştı. Avrupa Pasajından alınmış lame düğmeler ise hala parlaklığını yitirmemişler, pufun üzerindeki şeffaf poşetten seneler önce tüm detaylarını inceleyen o çocuğa göz kırpıp,
“Bitti… Biz yeni sahiplerimize doğru yola çıkıyoruz. Ama sen bizleri unutma” demişlerdi.

Bir cevap yazın