Hikaye

SÖKÜLMÜŞ KAZAK – Nalan BAYRAK

Saniye, salonun penceresinden el salladı. Yüzüne kondurduğu sahte bir gülüşle. Oğlu Semih, kız arkadaşını evine bırakacaktı. Sokak lambasının ışığından karanlığın içine kayan araba köşeyi döndüğünde, “Yeter artık, yeter!” diye söylendi. Sonra perdeyi çekti, hışımla.

Elinde kase, çekirdek çitlemekte olan kocası durmadan kanal değiştiriyordu. Önünden geçerken “Değiştirme şu kanalları!” diye çattı, umursamadı adam. Mutfağa gitti, misafirin ardından gidilmesi zorunlu yere. Tabaklar, bardaklar, içinde artan yemeklerin bulunduğu tencereler tezgahın üstünde sinir bozucu dağınıklıkla duruyordu. Kap kacağı bulaşık makinesine itinasız yerleştirdi. Mutfak dolaplarının kapaklarını, çekmeceleri, tak tuk kapattı. Salona girdi, kendi eliyle ördüğü tığ işi kırlentleri kabarttı, kanepe ve  koltukların örtülerini çekiştire çekiştire düzeltti. Kocası “ne oluyoruz” der gibi baktı. “Hadi balkona, ortalığı süpüreceğim.” dedi. Akşam saati  süpürge yapılmayacağını bile bile. Kocası yeniden aynı koltuğa oturdu, Saniye de her zaman oturduğuna. Oğluna örmekte olduğu halı desenli kazağın önünü örmüştü. Şöyle bir baktı, gözüne küçük geldi. Küçük başlamıştı. Kilo almıştı oğlu. Yeniden örmeliydi. Sökmeye başladı, hart hart .

Oğlunun geçen ay getirdiği kız sülün gibiydi. Pek hoştu, pek güzeldi. Ondan öncekiler de. Kazağı hart hart sökmeye devam ediyordu. Oğlu ne zaman  telefon açıp kız arkadaşımı getiriyorum dese; et yemekleri, zeytinyağlılar, tatlılar hazırlardı. Ne de olsa gelen misafir. Kaçıncı kızdı bu? Dokuz mu, on mu? O akşam da başka kızla gelmişti. Kazağın tamamını söktü, ipi yumak yapmadı. İp halının üzerinde karma karışık duruyordu

Oğlunun çok sık kız arkadaş değiştirmesine, maymun iştahlı mı demeliydi, müşkülpesent mi? Semih’i, oğlu, biriciği… Getirdiği kızlarla umutlandırıyordu onu. Ciddi düşündüğünü getirseydi ya ne iyi olurdu, hem de çok iyi. Her gelene misafir diye diye hizmet etmek çok yorucuydu. Eskisi gibi değildi. Ellisine gelmişti.

Kocasıyla çıktığı günleri hatırladı. Bir yıllık gezme tozma faslından sonra hiç ummadığı anda “bizimkilerle tanıştırayım” sözünün ardından evlilik teklifi.  Heyecandan ayakları yerden kesilmişti. Evlerine gittiğinde annesi tepeden tırnağa  onu öyle bir süzmüştü ki elini ayağını nereye koyacağını bilememişti. Daha o gün mutfağa girip sofra kurmaya, bulaşık yıkamaya yardım etmişti müstakbel kayınvalidesine. O gün bu gündür de onun evine gittiğinde mutfağa girip bir çırpıda işleri bitirirdi, zor gelmezdi. Böyleydi bu işler. Annesi onu böyle yetiştirmişti. O da kızlarını.

Kapının sesine bir çırpıda antreye  yürüdü. Semih kız  arkadaşını bırakıp dönmüştü. Girişte annesiyle burun buruna geldi:

-Ben geldim.

-Gelmeseydin oğlum, kalsaydın kızın evinde. Evimizi otele çevirdin.

-Hoppala! Anne, ne oluyoruz? Sen bana trip mi atıyorsun? Yerim senin triplerini!

-Trip de neymiş? Ben senin sevgilin miyim, arkadaşın mı?

-Anne ne oluyoruz!

– Ne mi oluyorum! Oğlum, eve getirdiğin kaçıncı kız bu? Sıkıldım artık! Gelen yiyip içip bir işin ucundan tutmadan gidiyor. Hizmetçi miyim ben? Kızları bu eve getirmeni istemiyorum artık, is-te-mi-yo-rum!

Kocası, lastiği gevşemiş eşofman altını beline doğru çekiştirerek antreye geldi.

-Neler oluyor ?

-Ne mi oluyor? Şu oluyor, oğlunun kız arkadaşlarından usandım! diye bağırdı eli belinde. Kıvırcık saçlarının ona verdiği tüm şirinlik gitmişti.

-Sakin ol, Saniye! Niye hallendin?

-Hallenmek mi? Ben derdimi size  anlatamıyorum galiba. Bu evde kız arkadaş falan ağırlamak is-te-mi-yo-rum, o kadar!

-Kıskanıyor musun anne? Genç ve güzeller ya, dedi Semih montunu ceviz portmantoya asarken.

-Ne biçim konuşuyorsun sen annenle! Ağzından çıkanlara dikkat et, haddini aşıyorsun!

Kocası bir karısına, bir oğluna bakıyor; bu gereksiz tartışmanın nereye varacağını kestiremiyordu. Semih terliğini giydi, niyeti duş almaktı.

-Senin elin yüzün düzgün. Kazancın da iyi , kızlar bayılıyor sana. Sonra nasıl oluyorsa çarçabucak bitiriyorsun ilişkilerini. Anlamıyorum, ne olacak senin bu halin.

-Farkında mısın anne, otuz yaşındayım? Bana çocuk muamelesi yapmayı bırak artık. İlişkilerimin hesabını sana mı vereceğim?

-İçki mi içtin sen? Nasıl laflar bunlar? İlişkilerinin hesabını kendine ver, bana değil; kazık kadar oldun. Yıldım, bezdim senden de, sevgililerinden de!

Kocası araya girdi:

-Karıcığım, sen böyle konuşmazdın. “Yıldım, bezdim” ne demek? Oğluna demezdin bunları. Neler oluyor sana?Abartmıyor musun?

-Evet evet, derdimi söyleyince abartmış oluyorum. Benim şikayet etmeye, “usandım” demeye hakkım yok bu evde. Yeter ama! Dur hele aklıma gelmişken, sana ne demeli Orhan? Her gelen kızla bayıla bayıla sohbet ediyorsun.

-Yeter anne, yeter! Yarın tası tarağı toplar giderim; kurtulursun benden, rahat edersin.

-Git! Gitmek istiyorsan git! Nasıl istersen. Yemeğini kendin yap. Çamaşırını yıka, kıyafetlerini ütüle. Sen ömründe yaptın mı bu işleri?

Konuşma nasıl bu noktaya gelmişti. Kendine hayret etti. Yıllar öncesini hatırladı. Oğlu beş yaşındaydı, pazar yerinde  kaybetmişti onu. İçi cız etti. Pazarın içinde deli gibi bir o yana bir bu yana koşmuş, ömründen ömür gitmişti. Polisler Semih’i getirdiğinde eli ayağı çözülmüş,  ertesi gün kurban kestirmişti. Biricik oğlu gerçekten gider miydi? Kocası Orhan bir şeyler söylüyor, uzlaştırmaya çalışıyordu onları. Boş bir çabaydı. Şimdiye kadar birbirlerine çok nadir seslerini yükseltmiş anne oğul şirazeden çıkmak üzereyken, Saniye’nin yüreğine oğluna “Git!” demenin pişmanlığı düşüverdi:

-Gidemezsin!

-Hani “git” diyordun? Neler oluyor anne sana? Bir “git” diyorsun, bir “kal” diyorsun. Gerçekten, nereden çıktı bu haller? Zaten ben sıkıldım senin her şeye müdahale etmenden. Kıyafetlerimi bile sen alıyorsun, her gün senin seçtiğin kıyafetleri giyiyorum.

Sustu Saniye. Babası:

-Oğlum bir sus! Annen o senin.

-Baba, kız arkadaş meselesini annemle bağırmadan çağırmadan konuşamadık, farkındasın herhalde. Bu akşam yokum. Yarın da bir ev tutar, taşınırım. Bu hepimiz için iyi olacak.

Odasına gitti, sırt çantasını hazırlarken on dört yaşını hatırladı. Arkadaşları ile okulu kırdığında, cebinde sigara ile yakalandığında annesi bunları babasına söylememiş, korumuştu onu. Babasının “Bu evin eşiğinden geçemez.” dediği teyzesinin ara sıra evlerine gelmesi annesiyle aralarında sır olarak kalmıştı. Onu babasına karşı koruyan annesi nasıl bu kadar değişebilmişti? Diş fırçasını yerleştirdi en son çantanın gözüne. Bir gecelik kalacak yeri vardı çok şükür. Az önce evine bıraktığı kız arkadaşını aradı:

-Elifff, canımmm! Sana kalmaya geliyorum.

-Aşkım kusura bakma, senden sonra Figen geldi bana. Müsait değilim. Başka zaman gelsen?

-Tamam.

Semih otele gitmek üzere evden çıkarken kapıyı sertçe kapattı. Saniye kapı sesinin ardından telaşla pencereye koşup perdeyi açtı. Semih dönüp ona bakmadı, baksa o da el sallamazdı. Sokak lambasının ışığından gecenin karanlığına kayan araba Saniye’ye, oğlunun çocukluğunda istediğini elde edemeyince arkadaşına gidip bir gece kaldıktan sonra döndüğü günleri hatırlattı. Peki ya oğlu eski günlerde olduğu gibi yarın döner miydi?

Yerde, halının üstünde bıraktığı gibi duran dolaşık ipi dikkatlice çözdü, yumak yaptı. Büyükçe bir kazak örmek için  yeniden şişe ilmek atmaya başladı. İlmek atarken de “Gelir o, gelir. Benim yemeklerimi özler.” diye içinden geçiriyordu.

Bir cevap yazın