ANILARIM İÇİMDE BİR DENİZ – Zeynep PINARBAŞI
Yıllar sonra yeniden denize açılmak… Hayretlerim şaştı! Ben bakıcılık yaparken keyif çatan kocam, aldığı kaptanlık belgesini benimle kutlamak istemiş.
Bunca yıl sonra gidilen yat gezisi, gerdek gecesi kıvamında olacaktı. İlk iş kuaförün yolunu tuttum. Arkadaşımı arayıp yalvar yakar kandırıp bana eşlik etmesini sağladım. Üç çocukla çıktık yola. Maymunla yarışan bedenim bembeyaz, at toynağına dönen ayaklarım pamuk, testere kıvamındaki ellerim ipek gibi oldu. Uçlarından bir daha uç veren saçlarıma değen makas şıkırtıları duyduğum en güzel ezgiydi. Makyajı da yaptırınca ben bile kendimi tanıyamadım.
İkizlerin doğumundan sonra yaprak sarmasından biber dolmasına evrilen ayaklarıma olmayan stilettolarımı bir kenara atıp usturuplu bir topuklu ayakkabı; kenarlardan taşan göbekçik parçalarını saklayacak, göğüsleri öne çıkaran, kalçaları kapatan şık bir elbise, gecenin başlangıcındaki yemek için hazırdı. Küçücük göğüslerim doğum sonrası bir porno yıldızınınki kadar büyümüştü. Hamileliğin verdiği tek güzelliği saklayamazdım. Tabii bir de yeni parfüm aldık. Çamaşır suyu ve soğan kokularına aşina olan burnumuzun aklını şaşırtmak için yeni bir kokuya ihtiyacımız vardı.
Flörtten sonra geçeceğimiz halvet evresi için yapılması gerekenler daha çoktu. Geceyi rahat geçirmek için tütsü attım çantama, aklıma gelen masaj yağlarının tarihi geçeli yıllar olmuştu. Babydoll’larımı deneyince oluşan küçük patlaklardan sonra çeyizimin en nadide parçası olan sekiz parçalı geceliği yanıma aldım. Tüylü terliklerim, çeyizlik bornozlarımız, saçlarıma sürdüğüm yasemin kokusu, kullanmaya hiç fırsatım olmayan saten nevresim takımım ve anneannemden hatıra uğur getiren gümüş, yakut taşlı kolyemle çantam hazırdı. Arkadaşım göz kırparak aseton ve pamuğu çantanın kenarına sıkıştırdı. Kapıda karşıladığım kayınvalidemi hızlıca savuşturup koşarak evden kaçtım.
Beni iyice inceleyemeyen anneciğimin camdan beni kesmesine fırsat vermemek için ışık hızıyla taksiye atladım.
Biraz ilerledikten sonra küçük bir haykırışla alarma geçen dilimden dökülenler, uzun bir çığlığa dönüşen naralarımla devam etti. Bir çocuk daha olmazdı! Bu gece uzun olacaktı ve tüm önlemleri almalıydım. Taksicinin korkudan açılmış gözlerinin kapanmasına fırsat vermeden “En yakın eczaneye gidelim!” komutumla, adamın patlayan gözlerinden sonra dışarı fırlayan dilini toparlaması biraz zaman aldı. Işık hızıyla geldiğimiz eczaneden; geceyi bitirmeye hiç niyetli olmayan yüreğim, aklıma gönderdiği mesajı abartmış olmalı ki iki kutu kondom aldım.
Bebek sahiline geldiğimizde ismi “Şahmeran” olan küçük yelkenli bir yatın önünde durduk. Taksiciye parayı öderken, yaşanacak günah gecesini anladığından kınamalı bakışlarına, kocamın daha inmeden arkamdan sarılışı üstüne tuz biber ekmişti. Evlendiği günkü kilosunu koruyan kocamın giydiği dar pantolon ve fit gömleğe eklediği kaptan şapkası çok yakışmıştı. Balina ve Zargana olarak yata giriş yaptık. Yatın hemen girişine bir masa hazırlatmış, üstünü çeşitli yemeklerle donatmış, masanın ortasına koca bir buket kondurmuştu.
Masanın yanındaki koltuğa oturup taşradan şehre gelmiş saf kız havasında etrafı izlerken, kıyıdan biraz daha açığa gittiğimizi fark edince heyecanlandım. Kendimi onun dümenine teslim etmiş, küçük dalgaların yaylandırdığı yatın içinde geriden gelen hafif müziğin etkisiyle içmeden sarhoş olmuştum. Bir anda patlama sesiyle çığlığı basıp kendime geldim. Küçük ve hızlı nefesler alıyor, kollarımın arasına aldığım kafamı sıktıkça sıkıyordum. Kocamın elindeki şampanya kadehini görene kadar bombalandığımızı düşünüyordum. Evde izlediğim reality şovların bir örümcek ağıyla beynimin içini sardığını o an anladım.
Şampanyalarımızı yudumlayıp, mehtaba karşı birlikte şarkılar söyleyip, küçük dokunuşlar ve öpüşmelerle gecemizi tamamlıyorduk ki yanımızdan hızla giden sürat teknesi ve onunla yarışan diğer sürat teknesinin peş peşe geçmesiyle gelen dalgaların sallantısının ardından yediklerimi denize boşalttım. Kocam elimi yüzümü yıkayıp beni tekrar masa başına getirdiğinde mehtap turu yapan büyük geminin rotasında olduğumuzu anlamak saniyelerimizi aldı. Canını alıyorlarmış gibi öten gemi düdüğü, üstümüze hızını kesmeden gelen geminin ışıkları, kocamın bir an önce oradan kaçmak için gösterdiği telaş beni ağlama krizine soktu. Hangi ara oradan uzaklaştığımızı anlayamadan karşı yakada bir kıyıya gelmiştik. O heyecanla bir yalının iskelesine toslayan kocam, yalının çalışanlarıyla kavgaya ediyordu. Yattan çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım:
“Kim bilir kaç sene sonra kocam olacak bu adam benim de hayatta olduğumu fark etti. Ben bilirim, beş sene! Sizler de gördünüz değil mi? Ben gibi bir kadın yaşıyor ama nasıl? Bir yaşında olan çocuğun peşine doğan ikizler… “Oh, bir seferde üç çocuk bir anda büyürler!” dediğinizi duyar gibiyim. Bundan otuz yıl sonrası için rahatlık tabii. Biri ağlarken biri acıkır, o acıkmışken diğeri altına yapar, biri emerken öteki televizyon sehpasından uçuşa geçer. Kocan gelir, “Yemek yok mu?”. Annen gelir, “Az kendine bak, kocanı kaçıracaksın!”. Kaynanan gelir, “Vah evladım, gece gündüz demeden eve ekmek getirmeye çalışıyor.” diye söylenir. Beyazlayıp dökülen saçlarım, karnımın üstüne bir çocuk gibi oturan göbeğim, sıçmaya bile vakit bulamayan kıçım, işerken yarısı içinde kalan çişim ve içemediğim kahvelerim birleşse sizin yalılar dolar taşar!”
Bunca yılın birikmişini bağıra çağıra tüm Anadolu yakası yalılarına anlattım. Bana acıyan yalı sahipleri bizi salıverdi. Hatta biri o kadar acımış olacak ki tekneyi nereye demirleyebileceğimiz konusunda tüyolar verdi. Kuytu bir köşeye gizlenen yatımızın narin sallanışlarında, arkadan gelen hafif müzikle dans ederken kocam kulağıma fısıldadı:
– Bu kadar mutsuz, yorgun ve acınacak olduğunu göremediğim için özür dilerim.
– Bu gece tüm olumsuzları unutalım, hadi şampanyaları getir.
Kalan şampanyayı, şarapları bitirip mehtaba karşı yeniden birbirimize âşık olurken baştan aldığımız dokunuşlar, sarılmalar, küçük öpücükler; önce yatın girişindeki koltuklarda küçük cilveleşmeler, sonra kocamın kucağında aşağıya inişim ve tam her şey isteğimiz gibi ilerlerken gelen deniz polisinin sesi…
Korku, heyecan ve telaşla yukarı çıkan kocam; kimlikleri, evlilik cüzdanını gösterip durumu izah ederken ben de olan biteni aşağıda sessizce dinliyordum ki yeniden krize girdim. Polislerin çağırdığı deniz ambulansında görevli doktor ve hemşirelerin sinsice gülüşleri böyle bir geceyi hak etmediğimizi yüzümüze haykırıyordu. Hemşirenin saçına yapışan ellerimi ayırmak için kıçıma koca bir iğne yemem gerekti. Yaşadığım son beş yılın tüm siniri bir gecede boşalmıştı. İğne uyutmadı ama uyuşturdu. Hırsımdan karnım acıktı. Yemeğimize kaldığımız yerden devam etmek için yukarı çıktığımızda martıların çektiği ziyafeti bozmak için kızgınlıkla üstlerine doğru atılınca ne kadar çirkef olduklarını anlamam uzun sürmedi. Saldırıya son vermek için koşarak kamaraya saklanmamız gerekti.
Son saatleri değerlendirmemiz şarttı. Her şeyi unutup yeniden cilveleşmeye başladık. Öpüşmek bisiklete binmek gibi değilmiş, unutuluyormuş. Yeniden öğrenmeye çalışırken, sarmaş dolaş olduğumuzda iri bedenimin altında kalan kocam son nefesini vermeden yeniden uygun pozisyonu alırken, yat sağa sola sallanırken, iğnenin etkisiyle yeniden uyuşurken, son hamle birlikte olmaya çalışırken kocamın bir anda kalkıp nefes almaya çalıştığını, beni tekrar sevmelerini ve sarılmamızı hatırlıyorum.
O gecenin ardından, birbirimize sarılarak uyanmanın güzelliğini yeniden hatırladım. Sabahın erken saatlerinde kaptanı olduğu yatın narince ilerleyişi, dalgalanan yelkenin verdiği huzur, bu anının güzelliğiyle yaşadığım sarhoşluk üç ay sürdü. Yüzüme tokat olarak inen gerçeği kabullenmem birkaç haftamı aldı. Delirmeden bu günleri tamamlamayı umut ediyorum. O gecenin Deniz’ini şimdi içimde taşıyorum. Ömrümüz boyunca o geceyi bize unutturmayacak bir hatıramız var.
Hamileyim!