Genel

Kapağında bir sürü kelime olan kitaplardan biri ya da Upuzun ismi olan kalın aşk romanı – Zeynep Pınarbaşı

Aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni, muhteşem bir şiir ismi olurdu. Belki roman ya da şarkı ismi ama yapılmıştı. İçinde girip kaybolacağın bir dünyası vardı bu tamlamanın Yeşilçam’ın göz ardında kalan filmlerinden biri olmuştu.

Göze girecek, akılda kalacak, unutulmayacak bir tamlamam olmalıydı. Belki koca bir cümleden başlık. Kitap adı. Tüm sayfayı kaplayan bir isim. Kitap kapağına bakıp alanlar kasaya kadar kitabın ismini okurken arka kapak tutkunları ismi bitirmeye yakın kapıya yaklaşırken kitabın ilk ve son sayfasına düşkünler henüz onunla tanışmamışken düşünüyordum. Çarpmalı, benim olmalı, acı acı yakmalı. Aşk kitabı sanılıp cinayet romanı olmalıydı. Tüm cinayetlerin temelinde aşk yatmıyor muydu? Belki yemek kitabımın adı olurdu. “Bütün o zaman boyunca ben yalnızca sende yaşadım.” * arkasında patlıcan, salatalık, kabak, havuç fotoğrafları. Falluslar dizilmiş tencerede kaynamak için sıra bekliyordu. Olsun. Bu benim olsun.

İlk kapak hazırlandı. Beynimin gizli odalarından çıkan bu cümle. Kapak ismiydi. Soranlara BOZBBYSY diyordum. Olmadı. Tesadüf eseri yeniden okuduğum bir romanda gördüm. Kıvrımlarıma sakladığım yazarın sözünü kendime satmaya çalışıyordum.

Çalıntı kapak adı içinde geçen harfler aklıma başka bir isim getirdi. B ve Y denklemi. B ve Y denklemi olabilirdi. Değişebilirdi. “Bütün yanan borular boyunca ben yalnızca bende yaşadım.” İşte şimdi B ve Y denklemi olmuştu. Boru, davlumbazın borusuydu. Nasıl bir göndermeydi. Tümevarımlı bir kapak ismim olacaktı. Peki ya içerik. Hangi tarifleri verecektim. Adalı büyükbabamın Rum mezeleri, dedem Rum muydu? Dedem Adalar’a ayak bile basmamıştı. Kayserili Ninemin tencere tarifleri. Ninemin kara kazanıyla, yanan odunundan başka neyi vardı. Kitabıma bir geçmiş bile oluşturmamıştım. Komşu kadınların gün tarifleri. Olmazdı. Evrensel olmalıydı. “Dünyayı gezerken dilime sürünenler.” Fazla Seksistti. Kapak zaten başından falso vermişti. Yemek kitabı olmazdı.

Anılarımı yazmalıydım. Kırk yıllık yaşamıma sığan geziler… Okuyucusunu bulmalıydı. Gezgin’in Kaleminden. “Hoş Geldin Remzi amca…” Baştan tökezledim. İçeriği belirlemeliydim. Sonra isim gelir tıkkadanak yerine otururdu. Tıkkadanak.

İlk tatilimi hatırladım. Yedi yaşındaydım. Annem babam kardeşim henüz çekirdek aileydik. Amcamların aldığı yazlığa gittik. Amcam, amcam, amcam, halam, halam, halam, yengeler, enişteler, kuzenler. Üç gün boyunca babam, ben ve en küçük amcam arabada uyumuştuk. Başlangıç bir komediye dönüşürken, gezdiğim yerleri düşündükçe trajik bir hal almaya başladı. Ortanca yengemin babasının yazlığı, dayımların bağ evi, arkadaşların yazlıkları, komşunun annesinin köy evi…

İş hayatımın ilk yıllarında erken rezervasyonla satın aldığım on iki taksitli Kaş tatilinin taksit döngüsünden kendimi kurtaramadığım on yıl boyunca hiç tatil yapamadım. Gezginlik son bulmalıydı.

İlk gençlik yıllarımda kara sevdaya tutulmuştum. Yemeden içmeden kesilip günlerce uykusuz kalıp bir deri bir kemiğe dönüştüğüm günleri yazabilirdim. Şimdilerde ikinci evliliğine hazırlanan zalim kızın kurdelesine toplu iğneyle romanımı iliştirebilirdim. “Unutulmaz aşkın katili”, “Ölüm meleği”, “Ben seni çok sevdim”, “Sevdim sevmez olaydım” Okunmayan gazetelere iliştirilen bilinmeyen yazarların hiç bilinmeyen kitap isimlerinin başını çekiyordu bunlar. Karşılıksız aşk. Hatta platonik aşk. Bir defa bile konuşmadığım, neyine sevdalandığımı bile hatırlamadığım kadının düğününde namus cinayetine şahit, sebep ya da fail olarak katılabilirdim. Vaz geçtim.

Olmayan tatiller, bilmediğim yemekler, yaşamadığım aşklar, tutunamadığım dostluklar hiçbir ilhamı olmayan hayatımın en uzun dönemini yaşadığım iş yerini yazmaya karar verdim. “Patron kapıyı her zaman çalmaz.” İş yerinin tüm kirli çamaşırlarını, içerde dönen yasak aşkları, işçi hakkından, fazla mesaiye uzanan birbirine dolanan kurmaca hikayelerin temelinde siyaset vardı. Küçük bir işletmeden tüm ülkeyi, yöneticileri, muhalefeti eleştirirken keyif almıştım. Ta ki iş yerindeki arkadaşa okutana kadar.

“Kovulursun ama aç kalmazsın. Sonraki hayatın mahpus olarak geçeceği için illa karnın doyar,” dediğinde başardığımı anladım. Bu kitap basılmalıydı. Peki ben dört duvara hazır mıydım? Tabii ki değildim. Gök yüzünden vazgeçemezdim.

Kapak isimleri buldum. Alt alta dizdim. İsim gelirse kitap da ortaya çıkardı. Liseden kalma şiir defterini yanıma aldım. Bir kırtasiyede temize çektirdim. Yayınevine gittim Sözleşmemi imzaladım.

Her şey hazırdı. Bu dünyanın içinde ben de anılacaktım. Sözleşmeyi yeniden okudum. İsmine gururla baktım. Sonunda bulmuştum. Arka fon düz maviydi. Gökyüzü olmalıydı.

Belki de bir Yeşilçam jönüne ilham olur, sevdiğine okurdu.

“Tüm Şiirleri

Remzi Karagöl”



*Stefan Zweig’dan alıntıdır.

Her şey mektuplarla başladı. Sonra şiirler geldi. Ardından iç dökmeler... Yıllar kelimeleri kovaladı, ben de peşinden gittim. Şimdi sırada öyküler var. Yazdım, yazıyorum.

Bir cevap yazın