ALIŞABİLİRDİ – Zeynep Pınarbaşı
Görünmez kumandanın düğmeleri tavandaki ışığı açtı. Adımlarını ürkekçe atan adam kapıdan içeri girerken etrafa bakındı. Kapıları tek tek itti, alafranga, alafranga, sırasıyla giderken en sondaki kapının ardında etrafı sararmış, yüzyıllardır kullanılmamış gibi duran alaturka tuvaleti görünce rahatladı. Hızlıca çöktü.
Uzun uzun oturdu. Bir anda giden elektrik, durmadan çalışan bağırsakları, içerideki koku yaylanın kenarda köşede dört tarafı çevrili çukur açılmış tuvaletlerini hatırlattı. Kafasını kaldırdı geceye çöken yıldızları görmek için. Ortalık aydınlandı. Bir küfür geçirdi içinden. Sokak yoğurtçusunun kaymaklı yoğurduna aldanıp kim bilir ne yedim diye düşündü. Durmadan ilerliyordu içindeki canavar.
Zor bela çıktı oradan. Kutuların içindeki sıvı sabunları tanımıyordu. Arandı durdu. Bir dolabın içinde duran beyaz sabunu aldı. Yıkadıkça bahçeye serili sarı çarşaflar geldi gözünün önünü. Hiç sevmezdi anası beyazı. “Orada soldurdum çocukluğumu. Ömrümü kesip attılar o beyaz çarşaflara. İmkânım olsa kara çarşaflar sererdim yataklarıma,” derdi.
Sabunu kâğıt havluyla kurulayıp sararak cebine attı. Gülünç teşebbüş koydu eyleminin adını. Kenarda duran sandalyeyi çekti. Sensörlü lambayı söktü. Gülünç teşebbüsler silsilesi kurdu. Avm’nin içinde güneşin yakan ışıkları gibi cayır cayır ortalığı aydınlatan lambaların içindeki mağazaları gezmeye başladı.
En alt kata indi. Çukura düşme eğilimi vardı hayatında. Yok olmayı hedefledi. Karşısına çıkan yapı markete girdi. Niyeti bir testere almaktı. Kendini kesecekti aklınca büyük acılar çekerek. Tahta şezlongları görünce dayanamadı uzandı. At arabasının tahta kasasına uzandı oradan. Takır tukur giderken elindeki elmayı, peşine de kendini düşürdü. Dizleri kanıyordu. Avuçlarının arasına aldı. Burnuna gelen kokulara aldanıp kalktı oradan. Çiçek kokularının peşine düştü. Dünyası yıkıldı kağıtları görünce avuçlarında rengarenk kâğıda benzer yaprakları sıktı. Çiçek kokuları ağırlaştı. Vazgeçti testereden hızlı olmalıydı.
Bu uzay boşluğunda kaybolduğunu hissetti. Hızlıca çıktı oradan. Ortadaki süs havuzunun başına gitti. Kenarına oturdu. Ellerini suya sokup çıkardı. Tüm vücudunun titrediğini hissetti. Ardından titreyerek kalktı. İncecik bir ipin üzerinde altındaki kızgın sulara düşmeden yürümeye çalıştı. Sırat köprüsü bu olmalıydı. Uzaydan Araf’a çekildiğini düşündü. Aşağı bakmadan devam etti. Etrafında gezinen insanlara dokunmaya çalıştı. Sonra yeniden ipe döndü. Suya düşen kadını tutmaya çalıştı. Enfes bir koku yayıldı etrafına.
Anlamadığı dilde konuşan koyu giyimli adamlar, kollarından tutarak hiç bilmediği bir dilde konuşmaya başladılar. Zebaniler olmalıydı. Bunlar da cehennemce konuşmalar. “Ne sert bir dil,” dedi. Günahlarım kaç gram gelir diye düşündü. Ailesini çocuklarını bırakıp kaçmıştı köyünden, tezek kokulu ahırından, yeşil topraklarından. Günahlarının ölçülmeyecek kadar ağır olduğunu düşündü.
Azıcık param olsa, zenginlerin çerez parası dediğinden, vatandaş olabilirdim diye geçirdi içinden. Zebaniler sürükledi. Onu kazanlara salladı.
Sınır dışı edilene kadar öldüğünü sandı. Bu ülkede yaşamak da ölümdü. Alışabilirdi. Alıştırmışlardı.