Hikaye

Görünmez yalnızlıklar – Zeynep Pınarbaşı

 

Radyoda Nazende Sevgilim şarkısı çalıyor. Müptezel düşlerime giremeyen aşklara ithafen yazılmış sözler. “Her erin bahtına bir güzel düşer.” Nerede? Birinin beni düşlediğini hayal edemiyorum. Erkeklerin hatta kadınların da bana bakışı aynaya yansıyan güneş gibi yeniden kendilerine dönüyor. Hep mi böyleydi? Hatırlayamıyorum. Karşımdaki adamın bile beni görmemesi, dönüp bakmaması canımı yakıyor.

Ruhuma şuh bir kadın enjekte edebilseydim, salınarak yürüyen kadının saçlarını savururken kokusunu doyasıya çekmek için kendini yerden yere vuran erkekler olsaydı. Belki de kör bir kurşunun hedefi olurdum. Sevgisiz kalmak ölmekten daha kötü.

Yalnızlığın yaren olduğu bir hayatın resmini çizebilir misin Abidin? Ben çiziyorum her gün. Duvarlarında sahaflardan, antikacılardan toplanmış siyah beyaz aile fotoğraflarının dolu olduğu bir evde, yüzü olmayan bir kadın çiziyorum. Yalnızlığının bile tahammülü kalmamış bu yüze bakmaya. Bedeniyle yaşayan, yapayalnız bir kadın. Yalnız mı gerçekten? Çıplak çiziyorum belki görünür olur diye, olmuyor.

Tek odalı, giriş katta, insan çeşnisi bir sokağa taşınıyorum. Günlerce pencere kenarında duruyorum. Kediler bile benden daha çok görünüyor. Onlara dokunanlar, görenler, uzaktan bile canım diye seslenenler varken bana bir kez olsun bakmıyorlar.

Yaşadığım siyaha çalan kutu evimde geceleri uğultular duyuyorum, korkuyorum, çığlıklar atıyorum. Kimseye duyuramıyorum kendimi. İnsan çeşnili sokaktan, alakadar beşerler apartmanına taşınmaya karar veriyorum. Az öz olsun ama komşu olsunlar istiyorum. Ürperiyorlar yanlarından geçerken, kafalarını çeviriyorlar, bazen iç çığlıklarını duyuyorum. Korkuları gark ediyor yanlarından geçtiğimde. Yine de beni görmüyorlar. Ruhum acıyor. İnsan ruhundan kanar mı? Kanıyorum.

Sadece kendi olmayı beceren, yalnızları görmeyen bencillik kumkuması bu insanları da terk ediyorum. Alakadar beşerler apartmanını yakıyorum aklımın içinde. Onların çığlıklarını sadece ben duyuyorum. Çeşni sokağın kör insanları görmez onları. İlgili sandıkları yalnızlarında eriyip gitsinler istiyorum.

Tüm tanınmış ve kendini insan zanneden yaratıkların yanından geçip gidiyorum. Kimsesizler sokağında kurulu ıssız evime dönüyorum. Günlerdir aradığım gerçekten vazgeçiyorum.

Radyoda yine Nazende sevgilim çalışıyor. Radyo tanıyor ruhumu, dolaptaki rakı ve boş duran tekli koltuk.

Ve onun karşısında oturan kocamı görüyorum. Elinde fotoğrafım ağlayarak söylüyor şarkıyı, “Seni unutmaram men son nefeste Ey ceylan bakışlım, ey boyu beste Ey taze gülüm yadıma düştün Nazende sevgilim”

Masasında silahı, yerde yatan bedenimi görüyorum. Kafam paramparça dağılmış, savrulan saçlarım kanlı. Yerlere dağılan beyin parçalarımı avuçlayıp yerleştiriyorum kafama, hepsi kayıp düşüyor. Yeniden yerlere saçılıyor.

Kör kurşunların sevgisizlikten daha kötü olduğunu görüyorum. Dünyaya sıkışmış ruhumla çıktığım cehennemi özlüyorum. Cenneti diliyorum. İsyankâr ruhlara karışıyorum. Yaşama hakkı alınmış dünya cehennemi ferdi bu kadının ruhunu zamansızlığa salıyorum, kendi cennetini yaratmak üzere.

Her şey mektuplarla başladı. Sonra şiirler geldi. Ardından iç dökmeler... Yıllar kelimeleri kovaladı, ben de peşinden gittim. Şimdi sırada öyküler var. Yazdım, yazıyorum.

Bir cevap yazın