GENÇ YAZAR AVCISI – 2 MEHMET BERK YALTIRIK
ORTADOĞU VE BALKANLAR’IN EN ZALİM UPİR BEYİ
Doğruya doğru, gençken hayranlıkla okuduğum ve izlediğim Dracula, Nosferatu vb. vampir efendilerin bizim kültürde bu kadar başarılı anlatılabileceğini rüyamda görsem inanmazdım. “Adamlar yapmış! Bizimkiler yapsa saçma olur!” düsturu ile yetiştiğim için rüyayı da hayra yormazdım. Gelgelelim yapan yapmış, hiç de saçma olmamış:
İşte size Türk hatta Türkmen kökenli bir vampir efendi: Istrancalı Abdülharis Paşa. Korkutucu, acımasız ve kimseye aman vermiyor!
Önce biraz yazarla hasbihâl edelim: Mehmet Berk Yaltırık, 35 yaşında genç ve donanımlı bir yazar. Aslen tarihçi. Aynı zamanda Kırım Haber Ajansı’nda editör. Uzmanlık alanları: Deşt-i Kıpçak sahası (Kafkas Dağları’nın kuzeyinde, Dinyester ile İrtiş ırmakları arasındaki bölgenin tarihsel adı), Kabadayılar, zorbalar, kültürümüzdeki korku ögeleri. Youtube kanalı Son Gulyabani’de de bu konularla ilgili ilginç yayınlar gerçekleştiriyor. Bazen kendini durduramayıp sayfalarca öykü yazıyor ve sonra bunları da orada paylaşıyor. Siz de dinlerken mest oluyorsunuz.
Gelelim kitaplarına: Yazarımızın birçok antolojide yer alan öyküleri dışında İthaki-Pangea serisinden çıkmış iki romanı bulunuyor: Yedikuleli Mansur ve Istırancalı Abdülharis Paşa. Bir de Türkolog Seçkin Sarpkaya ile birlikte yazdığı Türk Kültüründe Vampirler adlı bilimsel bir çalışması.
Türk Kültüründe Vampirler, Orta Asya’dan Anadolu’ya dek derlenmiş bütün vampir, cadı ve hortlak inanışlarını barındıran folklorik bir çalışma. Yerel anlatılar ve korkutucu masallar derlenmiş ve incelenmiş bu eserde. Kitap, geçtiğimiz günlerde genişletilmiş yeni bir baskı yaptı. Meraklısına duyurulur.
Romanlarını da şöyle ele alalım: İhsan Oktay Anar’ın yıllar önce bizi Puslu Kıtalar Atlası ile soktuğu tekinsiz 16-17.yy İstanbul atmosferine derinlemesine bir dalış Yedikuleli Mansur. Ağabeyi ile Kırım’dan gelip payitahta yerleşmiş, Yedikule’de kasaplık yapan acemi ve korkusuz Mansur’un başından geçenleri öğreniyoruz bu romanda. Yalnız o İstanbul; Ramazan eğlencelerinde sıkça anlatılan, sessiz sakin, ahşap evleri, çiçekli cumbaları, Göksu’su, Direkler arası ile canlandırılan İstanbul değil. Yetmiş iki milletten ve dinden kabadayı, kendi mekanlarını tutmuş; aralarında hassas bir denge ile çarklarını döndürmekte. Bu arada her türlü yerel korku ögesi de mevcut: Kırım cadıları, kurtadamlar, periler, cinler. gulyabaniler… Devletin en üst kademelerinde yer alan büyük vampir efendiler… Belirsiz ve ürkütücü bir masal kenti.
Bu ürkütücü atmosferin sizi içine çekmesini sağlayan bir de dil var ki, sormayın! Yatsıdan sonra bir İstanbul kahvehanesinde, bir hasır tabureye çökmüş ya da geniş minderli serdire yayılmış, kahvenizi içip nargilenizi tüttürürken dinlediğiniz bir meddahın anlatımı var Mehmet Berk Yaltırık’ta. Gerek bizzat derlediği gerekse duruma uygun olarak kendi yazdığı mâniler, koçaklamalar ve destanlar, kendinizi kaybettiğiniz roman dehlizlerinde, elinde bir eski zaman feneri ile size yol gösteriyor.
Abdülharis Paşa bambaşka bir evren. Osmanlı, Anadolu’da Celali isyanları ile boğuşurken Avrupa’da akınlarını sürdürme çabası içindedir. Ancak toprak kaybedilmektedir, hayduk çeteleri sınırları tutmuş, köy ve kasabaları haraca kesmektedir. Yani Balkanlar’da durum içler acısından hallicedir. Celali İsyanları sırasında devlete yardım eden bir Türkmen beyine Istıranca’da tımar verilir. Kendi hâlinde, eşini ve obasını çok seven bey, Istıranca’ya gelince “şeytana uyar” ve bambaşka bir adam olur. Beyin oğlu Abdülharis (Şeytanın kulu) böylece Balkanlar’a korku salmaya başlar.
Istırancalı Abdülharis Paşa, yazarın diğer kitabı gibi, yerel inanışlarla, destan ve mânilerle bezeli bir roman. Dönemin tarihine çok başarılı bir şekilde yedirilmiş. Halk inançları, içimize işlemiş korku motifleri, Balkanlar’ın tekinsiz atmosferinde okuru sarıp sarmalıyor. Yazar, Balkanlar’da anlatılan halk öykülerini de olaya dahil ettiği için kurgusunun nerede başlayıp bittiğini anlayamıyorsunuz. Hani tarihi filmlerde dönemin belgesellerine uysun diye siyah-beyaz çekimler yapılır da izleyen belgeselle filmi birbirine karıştırır ya, Yaltırık Hoca da bu romanda böyle bir teknik denemiş. Hangisi yazarın düş gücü, hangisi halkın yüzyıllardır anlatıp durduğu, bilemiyorsunuz.
Bu kitaplardan iki önemli ders çıkardım: İlki, bize de sağlam bir korku kültürü var var olmasına ama biz her konuda olduğu gibi, kendi değerimizin farkında değiliz. Her şeyi dini bir tutum içinde, hikmet hikâyesi olarak algılamaya o kadar meraklıyız ki bu alandaki potansiyeli göremiyoruz. İkinci çıkarım da bundan çok farklı değil aslında: Taklit etmek yerine öz değerlerimizi araştırıp onlardan yararlansak ve bunu geliştirerek çalışsak eşsiz benzersiz korku ürünleri de verebiliriz, başka eserler de… Yani bal gibi de oluyor işte vampir efendi romanı Türkçede… İlla gidip Drakula’yı taklit etmek gerekmiyor.
Yazımı benim için güzel bir haberle bitireyim: Mehmet Berk Yaltırık’ın üçüncü romanı “Karanlığın Şahidesi”nin eli kulağında. İthaki ile anlaşması yapılan eser, yakında kitap raflarında okurlarını korkutmak üzere yer alacak. Ayrıca Abdülharis Paşa’nın büyük aşkı, 20. yüzyılın bence en güzel vampirellası Hunâşamzade Elif Hanım’ın da kendine ait bir novellası olacakmış. Elif Hanım’a “Kan Sahibi” diye bir başka novella da eşlik edecekmiş.
Korkunuz bol olsun efendim.