Hikaye

LAVANTA KOKULU BABAM – ZEYNEP PINARBAŞI

Annem erkenden uyur, babam yatmadan banyosunu yapardı.
Abim uyku numarasında odasına kapanıp aşklarını deftere dökerdi.
Sabahlar bu evde olmazdı.
Sırayla gelirdi akşamın cinleri. Uykularıma girer, hayallerimi düşürürlerdi göz kapaklarımdan içeri.
Hayallerim kabusa dönerdi.
Pamuk prensesin yedi cüceleri gibi sıraya dizilirlerdi. Uykucu, sevimli falan yoktu. Kıskanç, psikopat, bencil, acımasız, katil… Pis ruhlardı.
Gündüzleri düş kuramazdım geceleri kâbusum olacak diye. Anneme anlatırdım. Aslında anlatamazdım. Rüyamda ne gördüm der demez; gözlerini kulaklarını kapatır, çeşmeyi açardı. Suya anlat diye. Dokunduğum biri beni dinlesin isterdim. Sokaklara vururdum kendimi. Kedilere anlatırdım. Sarı kedi sevmezdi rüyalarımı tırmalardı beni. Belki de o da ölü bir ruhtu.
Abim şiirlerini asardı kapıya. Evden çıkmadan okuyalım diye. Bazen ölüm, acı bezginlik kokardı. Anlardım oda cinlerim ona da uğramış. Korkardım abimden o sabahlar. Anlayacak diye benden olduğunu. Kaçar kendimi yollara vururdum. Denizi görene kadar yürürdüm. Gecenin kabuslarını mutlu düşlere salar bulutları elimde tutar gökyüzüne resimlerini çizerdim. Eciş bücüş olurdu bulutlar. Kararır yağmura dönerdi. Kaçardım. Su değil asit yağardı ellerimin üzerine. Avuçlarım yanardı. Suya tutardım ellerimi derim pembeye dönerdi.
Evden girince annem karşılardı hep. Gözlerinde yüzlerce insan olurdu. Gecenin cinlerini annem taşırdı bedeninde. Gece sızarlardı ondan.
Bir gece annemin gözlerindeki gözler kaybolmadı. Odama gelmedi cinler. Yıllar sonra ilk kez uyudum odamda sabaha kadar gündüz düşleri içinde.
Huzurla uyandım. Çığlıklar kopana kadar dudaklarımdan gülümseme yayıldı.
O gece babam bileklerini kesti banyoda. Lavabonun içine kan yerine çocukluğum aktı. Geçmişimi, anılarımı, baba kız sevdalarını giderin içine akıttı.
Çöktüm kapı ağzına. Kalkmadım. Yıkandı, duası okundu, gömüldü, insanlar doldu taştı. Banyo kapısı oldu yatağım.
Avuçlarıma tarçın bıraktı yaşlı bir kadın. “Ölüm kokusunu siler,” dedi. Tüm evi tarçınla tütsüledim. Yaktıkça babam doldu odalardan içeri, boynundaki lavanta kokuları dağıldı. Sığdı evin içine babamın tüm kokusu. Tarçınlar dağıldı. Lavantalar saçıldı.
“Hişt,” diye seslendi gece cinleri odamda, dizlerine yatırdılar beni. Bir tanesi babam kokuyordu. Okşadı saçlarımı. Sonra kalktı boğdu tüm cinleri. Odamda yer açıldı. Ben sığdım odama, düşlerim sığdı, uykularım sığdı.
Annem geceleri erken uykusunu bıraktı. Abim şiirlerini. Onlar sığamadılar eve. Abim bir kadına kaçtı. Annem sokaklara. Babam kokulu cinimle ben kaldık evde. Ben de kaçtım. Ateşe verdim duvarları.
Yeniden doğduk hayata, hepimiz bir ananın rahminden döküldük. Bebektik. Annem abim, abim babam, babam ben oldu. Ben yoktum. Dünya yoktu. Sonsuz bir boşlukta, renksiz bir boşlukta, ruhsuz kimsesiz bir uçsuz bucaklıkta salındım. Aklım, duyularım, duygularım yoktu. Savruldum.
Bir deniz kenarına düştüm. Genç bir kadının rahminde büyüdüm. Dünyaya geldiğimde yeni annem babam vardı. Benimse bebek düşlerimde sırlarım.
Yeniden doğduğum hayatımda ölmemek için bir amacım vardı.
Lavanta kokulu babam belki de okul arkadaşım olacaktı. Onu aradım.

Her şey mektuplarla başladı. Sonra şiirler geldi. Ardından iç dökmeler... Yıllar kelimeleri kovaladı, ben de peşinden gittim. Şimdi sırada öyküler var. Yazdım, yazıyorum.

Bir cevap yazın