HIRSIZ KAÇAKLAR
Tüm fotoğraflarda ayakkabıların teki vardı. Topuklu, düz, spor, dağılmış, renkli, rugan… Bir sonraki odaya geçtiğimizde terlikler. Çok acı göründü her şey. Tamamı kadınlara ait görüntüler, can yakıcıydı. Alt köşede ülkeleri yazılı, bazılarının isimleri. Dünyanın dört tarafına ait bu görüntüler içimi bulandırdı.
Bir üst katta yine kadınlar başroldeydi. Elbiseler, pantolonlar, çarşaflar fotoğrafların görüntüsü burnuma kokularını da getirdi. Çiçek kokulu bir takım, baharat kokulu bir gece kıyafeti, sabun kokulu bir pazen elbise. Bu galeriye neden girdiğimi düşündüm. Ne gereği vardı. Bir adı bile yoktu projenin. Aslında hepimizin dilinde dolanan “Kadının Adı Yok” olabilirdi. Eskimeyen bitmeyen bir gerçek.
Bir üst kattakiler çocuklara aitti. Devam etmek istemedim. Çocuklara ait olanları görmek daha da üzücüydü. Gözlerinde mutluluk gülüşleri olması gereken yerde onlara ait paçavraya dönmüş eşyaları görmek canımı sıktı.
Üzülmek ne kadar basit bir kelime bunca kayıp eşya, bir sürü acı çeken ya da kayıp insan demekti.
Dönmeye başladım. Arkadaşım çekiştirdi kolumdan, “Sonuna kadar gitmelisin,” dedi. “Son iki kat dayandın biraz daha dayan.” Üst katta erkekler vardı. Hızlıca geçtim.
En üst katta köpekler vardı. Hepsinin ağzında alt kattaki fotoğraflarını gördüğüm ayakkabıların tekleri ya da kıyafetlerin bir parçası. Binlerce köpek.
En üstte serginin adı vardı. Hırsız Kaçaklar, yanında gülümseyen fotoğrafçı.