Röportaj

SOKRATES’İN OĞLU-ATEŞ YERSU GÖK

“Kendini bilge sananlar bir şey bilmedikleri hȃlde kendilerini bilge sanarken benim bilgeliğim bir şey bilmediğini bilme anlamındaki bilgeliktir,” diyor Sokrates’in Oğlu kitabında, Ateş Yersu Gök.

Ateş Bey hoş geldiniz.

Hoşbulduk.

Sokrates’in Oğlu kime daha yakın; bir din adamına mı yoksa bir siyasetçiye mi?

İkisine de yakın değil. Sokrates’in Oğlu kendi inandığı şeylere başkalarının da inanmasını istemiyor, tersine insanları Kant’ın deyimiyle “Kendi aklını kullanma cesaretini göstermeye” davet ediyor. Ve onun düşünceleriyle olan bağı din adamının inancıyla olan bağı kadar kuvvetli diyemem.

Bir siyasetçinin politik arenada var olabilmesi için gereken kıvraklığa da Sokrates’in Oğlu sahip değil.

Ateş Yersu GÖK kimdir?

 

Bu soruya Emily Dickinson’ın çok sevdiğim bir şiirinden alıntı yaparak cevap vermek istiyorum:Ben hiç kimseyim! Peki, sen kimsin? Hiç kimse misin, yoksa?”

“Aşağılayıcı yüceltmeler” sizce insanlığın gerçek yüzü bu mu?

 

Günümüzde hiyerarşik gücü sürdürmenin yolu zorbalıktan ziyade ikna etmekten geçiyor. Çoğunluğu şiddetle bastırmak mümkün olmadığından onları toplumda üstlendikleri rollerden ötürü pohpohlamak, kelimelerle yüceltmek onların içindeki isyan güdüsünü bastırmanın en makul, zararsız yolu oluyor. Gönüllü kölelik olarak da görebiliriz bu durumu.

Kralın kral olarak kalması için tebaasının kendini değerli hissetmesi gerekiyor.

Tebaanın kendini değerli hissetmesi, onun gerçekten değerli olduğu ve değerli görüldüğü anlamına gelmiyor. Belki de tebaanın gerçekten değerli olabilmesi için onu tebaa olmaya mahkum kılan şartlardan kendini kurtarması,  “aşağılayıcı yüceltmelere”  boyun eğmemesi gerekiyordur.

 

Sokrates’i bu kadar değerli kılan nedir sizce?

 

O biraz da huysuz, ısrarcı kişiliğiyle bizden kendimizi ve çevremizi yeni düşüncelerle sorgulama ve sınamayı (Sokratik metod) bir alışkanlık haline getirmemizi istiyor. Ve bugün hȃlen daha onun düşünceleri bizimle yaşamaya, bizi düşündürmeye ve yaratmaya sevk ediyor.

 

Cehalet mi yoksa bilgelik mi?

Cahil cesaretine sahip olan cesur bir bilgeliği cehalete ve bilgeliğe yeğlerim.

 

Sokrates’in hangi sözünü ondan önce siz söylemek isterdiniz?

Birçok sözünü. Ama en çok” Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir”.

 

Hayal etmek nedir sizce?

Hayal etmek benim gözümde olmayan bir şeyi tasavvur etme kabiliyeti değil, olması gereken bir şeyi görme yetisidir.

 

 

Sokrat’tan başka bir filozof seçmeniz gerekse kimi seçerdiniz? 

 

Herakleitos’u seçerdim. Ve bu seçimim eserimin kaderini çok farklı bir şekilde etkilerdi. Çünkü kelimelerle oynayan, düşünmek üzerine düşünen, insanları bildiklerini bilmediği, bilmediklerini bildiğine ikna eden retorik ustası Sokrates’in aksine Herakleitos hayatı zıtların birliğiyle uyumlayan, bu bağlamda olmuş, olmakta olan ve gelecekte olacak her şeyi hayatın bir parçası sayan bir dünya görüşüne sahip. Ona göre zıtlıkların varlığının yarattığı denge değişimi değişmez kılıp, dünyayı sonsuz bir değişim-dönüşüm döngüsüne bağlı kılıyor.

Bu beni etkileyen iki filozof, birbirlerinden çok farklı paralellerde durdukları için onlarla ilişkili olarak yaratacağım eserler de birbirinden çok farklı olurdu.

 

Dünyadaki herkes hayalinin peşinden koşsaydı sizce dünya nasıl bir yer olurdu?

 

Herkesin hayalinin peşinden koşmaya cesaret ettiği bir dünyada, hayallerinin peşinde koşanlar bugünkü gibi kolaylıkla ötekileştirilemezdi. Dünyayı ve kendimizi olan haliyle görmektense olmasını istediğimiz haliyle görmemiz dünyayla varlığımız arasında bir mesafe oluşmasına yol açar. Bu mesafeyle yaşayan sanatçılar, düşünürler, istisnai insanlar mevcut yapısını asgari düzeyde idame ettirmek zorunda olan toplum tarafından ötekileştirilmeye maruz kalırlar. Ötekileştirmeye direnmeyi başaranlar, özgünlükleriyle var olmayı da başarırlar, yani hayallerini bir nevi gerçekleştirmiş, “farklılıklarından” dehalarını meydana getirmiş olurlar.

Kısacası, dünyadaki herkes hayalinin peşinden koşarsa, hayalinin peşinde koştuğu için kimse kolay kolay yadırganamaz.

 

 

Sokrates olmasaydı felsefe neler kaybederdi?

 

Özellikle Kıta Felsefesi bağlamından düşünürsek, Sokrates’in olmadığı bir felsefe tarihi düşünülemez. Sokrates’e dair olan kanaatlerimizin hemen hepsinin tek bir kaynaktan, Platon’dan geldiğini unutmayalım. Dolayısıyla şunu da dememiz gerekir: Platon ve onun aracılığıyla hakkında kanaate sahip olduğumuz Sokrates olmasaydı, Kıta Felsefesi olabilir miydi?

Ek olarak Sokrates’in düşünce tarihine olan etkisini anlamak isteyenlere Cornford’un Sokrates Öncesi ve Sonrası kitabını önerebilirim.

 

 

Biz okurlar kitapta neyi aramalıyız? 

 

Bence yazar, okurla eseri arasındaki ilişkiye müdahale etmemelidir. Benim okuyucumu yönlendirmem doğru olmaz. Sokrates’in Oğlu’nun da dediği üzere : “Pusulaya benzer bir hal mi var bende?”

 

 

 

Neden Sokrates’in oğlu? Bunda bir cinsiyetçilik aramalı mıyız?

Muhtemelen bir kadın olsaydım, Sokrates’in Kızı isimli bir eser yazardım. Özel olarak oğul veya kız seçiminde bulunmadım.

 

Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?

 

Kuzenimle Sokrates’in Ölümü üzerine geliştirdiğimiz bir galeri projemiz vardı. Bu galeri projesine çalıştığım esnada Nietzsche’nin Zerdüşt’ü misali bir karakter belirdi kafamda: Sokrates’in Oğlu.

Ve sonuç olarak galeri projemiz yetersiz imkanlar yüzünden gerçekleşemedi ama şans eseri ortaya çıkan Sokrates’in Oğlu karakterinden bir kitap ortaya çıktı.

 

Felsefeye ilgilinizi ilk ne zaman keşfettiniz?

 

Hayata çevremdeki insanlardan farklı baktığımı düşündüğüm anlarda dünyaya herkesten farklı bakan filozofların düşünceleriyle yakın olmaya başladım. Benden bin yıl önce yaşamış Sokrates’e, bana kasvet yerine neşeyi takdim eden Spinoza’ya her gün konuştuğum insanlardan daha yakın hissetmem liseye başladığım dönemlerde oldu.

 

Sokrates ile bir tartışma yapma şansınız olsaydı hangi konuyu tartışmak isterdiniz?

 

Aslında kitabımda açmış olduğum sorunsallarda bizzat bunu yaptığımı düşünüyorum. Sokrates hayatı doğru bir şekilde yaşamanın, iyi ve kötüyü ayıklamanın çabası içerisindeydi. Bu bağlamda insandaki değer yargılarını sorgulamaya açıyordu. Ben ise kitabımda daha Nietzsche’ci bir yerden Sokrates’e meydan okumadan yaklaşıyorum. Nietzsche’nin Sokrates’e olan sert eleştirileri bende çok sevdiğim iki filozof arasında bir bağ kurma arzusunu da yarattı.

Nietzsche, “değerleri yeniden değerlendirerek” yeni bir değer yaratmayı savunuyordu. O, Sokrates’in (Dolayısıyla aslen Platon’un) bedeni küçümseyip, ruhu yücelten anlayışına hiddetle karşı çıkıyordu. Ben de Sokrates’in Oğlu’nda bu konuya değinerek şunları yazdım:

 

Peki Sokrates’in Oğlu’nun giyim şekli?

Sokrates’in Oğlu babasına göre pek şık giyinirdi. Ama gösterişli kıyafetler seçmezdi, ağırlıklı olarak siyah ve kırmızı renklerini seçerdi. Gözünden siyah gözlüğünüzü eksik etmez, kıyafetlerini düzenli olarak ütüler ve saçlarını hafif dalgalı bir şekilde bırakarak tarardı. “Ruhun ölümsüzlüğünü vurgulayarak bedeni küçümserdi Sokrates. Bu yüzden giyimine kuşamına önem vermezdi. Sen ise her zaman kılığına kıyafetine dikkat ediyorsun. Yoksa sen bedeni ruhun önüne mi koyuyorsun ?” diye sormuşlardı Sokrates’in Oğlu’na.

Sokrates’in Oğlu onları şöyle yanıtlamıştı: “Ben babam gibi olmaya çalışmıyorum, babam da onun gibi olmamı istemezdi zaten. Bence et de ruh kadar kıymetli bir parçadır. Çünkü ruhu derisiyle korur. Giyim kuşamıma gelirsek; Evet, ne yazık ki Sokrates’in Oğlu bile kendini modaya kaptırmış.”

 

Günümüz insanının hangi yönünü Sokrates’e şikayet ederdiniz?

Bundan bin yıl önce Sokrates insanlarla ilgili neden şikayet ediyorsa bugün de ben aynı şeylerden şikayet ediyorum. Ama şikayetlerimde öfkeden ziyade neşeli bir serzeniş var sanırım. Hem insanlığa hem de kendime yaptığım neşeli bir serzeniş, itiraz bu.

 

 

Felsefede bir kara mizah var mıdır? Yoksa kitabınızdaki mizahla bunu siz mi yapmak istiyorsunuz?

 

Kara mizahtan öte ironinin gücüyle ortaya çıkan mizah felsefede hep olagelmiştir. Bunu Sokrates’in Savunması’nda da görürüz, Spinoza’nın neşesinde de, Nietzsche’nin sert hicivlerinde de.

Yargılanmasına dair “Ama öyle ikna edici konuşuyorlardı ki az kalsın ben bile kim olduğumu unutacaktım.” diyen Sokrates’in yaptığı şey felsefe olduğu kadar ironi de değil midir?

Sokrates’in Oğlu’nda kara mizahtan ziyade kuvvetli bir ironi var. Ve bu ironinin Sokrates’in Savunması’ndaki ironiden pek bir farkı yok.

 

Yazabildiğinizi ilk gördüğünüz zaman ne hissettiniz?

 

Enerji. Sürekli beni yazmaya, yaratmaya sevk eden tutku dolu bir enerji.

 

Sizi en çok etkileyen yazarlar kimler?

 

-William Shakespeare

– Ralph Waldo Emerson

– Dostoyevski

– Homeros

– Hafız

– Proust

– Goethe

– Yaşar Kemal

– Nietzsche

– Kavafis

 

 

Felsefeye ilgi duyanlara hangi kitapları önerirsiniz?

 

-Böyle Buyurdu Zerdüşt (Nietzsche)

-Sokrates’in Savunması (Platon)

-Etika (Spinoza)

-İnsanın Görkemi (Emerson)

– Saf Aklın Eleştirisi (Kant)

-Varlık ve Zaman (Heidegger)

 

Felsefe sizce insanlığın neyi oluyor?

 

Felsefe, insanın kendisine ve dünyaya tuttuğu bir ayna. Yeri geldiğinde Hamletvari bir şekilde eyleme geçme dürtümüzü bastıran, yeri geldiğinde ise ilkelerimize sahip çıkarak duruş göstermemize vesile olan bir iç farkındalık.

 

 

Kitabınızı benim yakaladığım kadarıyla insanın ürettiğin her şeyin sorguyu açık oldu anlatılıyor. Sizce sorguya açık olmayan bir insan düşüncesi var mı?

 

Sorguya açık olmayan tek düşünce sorgulanamaz olan bir düşüncenin olmadığıdır.

En başta zaten düşünce sorgulamayla ortaya çıkar.

 

Yapay zeka bir gün filozof olabilir mi?

 

Olamaz, tıpkı şair olamayacağı gibi. Yapay zeka kendi başına üretebilen değil, üretilmiş düşünceleri derleyebilen bir makine. Yapay zeka bir gün filozof olamaz ama gelecekte birçok felsefeye ilgi duyan insan yapay zekanın milyonlarca bilgiyi anında derleyebilen özelliğinden faydalanabilir. Makinelere özerk yapılar olarak değil, insanların geliştirdiği araçlar olarak bakmak mühim. Ben olmadan makine olamaz ama makine olmadan ben olabilirim. O benim aracımdır, kendi başına bir amaç değildir. Yapay zekaya bu şekilde yaklaşırsak onu yapıcı bir şekilde kullanabiliriz.

 

 

Felsefe öldü mü yoksa ölümsüz mü?

 

Günümüzde her şeyin öldüğünü ilan etmeye dair bir yönelim var. Sanat öldü, felsefe öldü, vs…

İnsanlık tarihinin neredeyse en başından beri bizimle olan sanatın, felsefenin değil onların öldüğüne inanan zihinlerin ölümlü olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim.

 

Ateş bey keyifli söyleşi için teşekkür ederim. 

Ben teşekkür ederim.

Hüseyin İlker DUMAN

Bir cevap yazın