ON İKİ KİŞİLİK SOFRALAR – BETÜL EREN
Birkaç gün önceydi. Yemek masasına öylece bakakaldığımı fark ettim. Uzun süredir hiç 12 kişi için
açmamıştım masayı. Artık gerek yoktu. Küçülmüştük. Sadece o masa değil, yanına eklenen küçük
masalar, evi dolduran neşeli sohbetler, kahkahalar, güzel insanlar… Hepsi çekilmişti sahneden birer
birer. Ya o konuşmalar? Tıpkı tiyatro sahnelerinde perdenin kıvrımları arasına saklanan replikler gibi
hepsi bir yerlere mi saklanmışlardı?
Kimler kimler vardı bu masalarda… Ailemin güzel insanları, büyükler, küçükler, dostlar, arkadaşlar,
hatta bazen komşular…
Gittiler. Kimileri artık başka dünyalara göç ettiler ve giderken de ruhlarımızın bir kısmını sürüklediler
kendileriyle beraber, kimileri artık evlerinden çıkamaz oldular. Sadece telefonlardaki seslerden ibaret
kaldılar. Yalnızlaşırken giderek, bu yalnızlık sofralarımıza da yansımaya başlamıştı çoktandır. Sadece
fark etmek için bir rüzgar esmesi gerekliydi sanırım.
Misafirlerle beraber güle oynaya hazırlanan masalarda yok oldular böylece. Siz kendinize hiç
sordunuz mu nazik, sevgi dolu, sıcak ve samimi insanlarla dolup taşan evlerimize ne oldu? Kimler aldı
bu güzellikleri bizden?
Bugün bir programda dinledim, “coğrafya kaderdir denir ama tarih de kaderdir aslında…” diyordu.
Hep eleştirdiğimiz batının yalnızlığı ne zaman bizim içimize bu kadar sokuldu? Doğudan yükselen ışık
ne zaman solmaya başladı?
Yeniden o güzel günlere ve o güzel insanlara dönebilmemize imkan yok. Onlar biz istesek te
istemesek te gittiler. Peki geride kalanlar? İnsanlar 50 yaşlarına geldiklerinde bilgeleşmeye
başlarlarmış. Bizler, yeniçağın bilgeleri olarak o güzel günlerden arta kalanları ve yenilikleri kendi
çevremize yaymaya ne kadar hazırız?
Bir arada hayatımızdan 2 koca yılı çalıp giden Pandemiyle tanışmıştık. Yoksa o salgınla mı başladı bu
yalnızlıklar? Ya da pandemi, sadece bunları hazırlayan bir öncü müydü? Yok canım… Çok daha
önceden başlamıştık sofraları da misafirleri de dostları da küçültmeye… Belki biraz zaman aldı böyle
olduğunu anlayıp boyun bükmemiz.
Ben çocukken annemlerin günleri vardı. Ayın belli günlerinde birilerinde toplanılır, yenilir içilirdi.
Galiba annemin günü “Ayın ilk Cuma günüydü”. O hazırlıklar geldi bir an gözlerimin önüne. Parlatılan
parkeler, tozları alınan salon çiçekleri, her yer tertemiz, mis kokulu. Öyle kağıt peçeteler değil, keten
peçeteler kullanılırdı. Ütülü ve bembeyaz… Kekler, börekler, çörekler… Hepsi birden masaya hazırlanır
ama yine de tek tek misafirler arasında dolaştırılırdı. Kadınların dedikodu yaptıklarını hatırlamıyorum.
Ben çok küçüktüm o yıllarda. Neler konuşurlardı acaba? Her birinin elinde bir dantel veya örgü…
Sıcak, sımsıcak saatler… Bir kişi kalktı mı genelde herkes birden kalkardı. Biz çocuklar için de güzel
günlerdi.
İşte o anılar var ya, unutulmuyor, bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçerken yine de iyi ki o
günleri yaşamışız diyorum.
Amacımız anıları tazelemek mi dersiniz, yoksa yeni anılar biriktirmek mi bilemem, kalabalık sofralara,
güzel dostluklara, harika yemeklere yine, yeniden başlasak mı acaba?