Hikaye

Dağların Ardındaki Ülke

Telefonum çaldığında kendime kahvaltı hazırlıyordum. Karım cumartesi günleri ögle vakitlerine kadar uyumayı tercih ederdi. Ama bu sabah erken kalkıp, beni uyandırmadan (nasıl becerdiyse) evden çıkıp gitmişti. Bu bizim hafta sonu tarifemizdi: “Bir plan yapılmamış ise herkes istediğini yapmakta özgürdür”. Omlet yapmak için tavayı ocağa koyduğumda saat 10:05 idi. Ocağın altını yaktım. Telefonum çaldı. Tanımadığım bir numara ekranda telefonumu titretirken birkaç saniye numaraya baktım. Çalmakta ısrar edince cevap verdim:

“Alo?”

“Alo, Levent Yağmur Dağlı mı?” Levent Yağmur Dağlı mı? Bu benim adım evet. Direk bir soruyla karşılaşınca şaşırmıştım. Cevabı bildiği içi fazla uzatmadım.

“Evet, benim.”

“31 KB 858 plakalı aracın sahibi sizsiziniz değil mi?” Aracımın plakasını duyunca kalbim bir anda sport tuşuna basmış, zihnim vitesi yükseltip tüm olası senaryoları ekrana yansıtmıştı. Ben de bu ekran tavandaymış gibi kafamı arkaya yatırıp gözlerimi tavana dikmiş, derin derin nefes almaya başlamıştım. Ferda, sevgili karım, ne yaptın acaba? “Ne olursa olsun bana herkesten önce sen  ulaş demedim mi sana? Bir durak dolusu insanın içine son sürat dalmış olsan da ilk önce beni ara” Bir şeyler olduysa ve karım bana ulaşmadıysa ya konuşacak kadar iyi değildi ya da daha kötüsü…

“Levent Bey?”

“Evet, buradayım, pardon bir an daldım, evet benim aracım. Neden, ne oldu? ”

“Aracınızı bugün siz kullanmıyordunuz değil mi?” Bu adam cevabını bilmediği bir soru soracak mıydı?

“Hayır, bu sabah eşim aracı alıp çıkmış olmalı.”

“Çıkmış olmalı mı? Eşinizin arabayı alıp gittiğinden haberiniz yok muydu?”

“Uyanıp eşimi evde görmeyince çıkmış olduğunu anladım ama aracı alıp almadığına dikkat etmedim. Bu bizim genelde panik yaptığımız bir durum değil. Birbirimizin çocuğu değiliz sadece evliyiz. O yüzden de haber vermeden bir yere gitmişse yakında döner, markete yada eczaneye gitmiştir, biryerlerde bir arkadaşı ile kahve içiyordur.” Dedim öyle olmasını umarak. Gözüm hala tavana yansıyan  senayolardaydı ve ne yazık ki bu senaryolarda market , eczane ve kahve gibi şeyler yoktu.

“Peki, öyleyse şunu söyleyeyim size, aracınız Kent park kavşağındaki ışıklarda durmuş, sürücü araçtan inmiş, kapıyı bile kapatmadan yürüyüp gitmiş. Anahtarı da üzerinde bırakmış. Arkasında bekleyen vatandaşlar ne olduğunu anlayamadan gözden kaybolmuş. Bölge zaten trafiğin çok yoğun olduğu bir bölge. Vatandaşlar trafik ekiplerine haber vermiş. Aracınız şu anda otoparka çekiliyor…” Sonu gelmeyecek bir hikâye anlatır gibi konuşmaya devam ediyordu. Tavanda yansıyan seçeneklerin arasında bu da yoktu. En kötü senaryoyu elemişti ama bu ne kadar kötüydü onu da  bilmiyordum. En azından hayattaydı. Otobüs bekleyen bir kalabalığa da girmemişti. Kimseye çarpmamış, kimseyi öldürmemiş, hiçbir şeye zarar vermemişti. Evet trafiği bir müddet karıştırmış, yeşil ışıkta üç saniye bile beklemeye tahammülü olmayan insanların fazlasıyla delirtmiş, aracı da öylece bırakıp gitmişti. Yani? Karım kaçmıştı.

“Nasıl? “ Her ne kadar o konuşurken anladıklarımdan küçük bir çıkarım yapsam da duyduklarıma inanmak istememiştim.  “Nasıl yani, şimdi benim karım kırmızı ışıkta durmuş, arabayı bırakıp gitmiş öyle mi?”

“Bağırmanıza gerek yok sizi duyabiliyorum” Dedi hattın karşısındaki ses. Farkında olmadan sesimi yükseltmiştim. O an kiminle konuştuğumu bilmediğimi fark ettim. Bunların hepsi bir tür eşek şakası olabilirdi. Adam bir anda konuya girmiş ve bir sürü şey zırvalamıştı. Olabilirdi, olmayabilirdi de. Bunu yaptıran karım bile olabilirdi. Şu var ki telefondaki sesi tanımıyordum. Düşünebilmek için daha fazla veriye ihtiyacım vardı:

“Siz kimsiniz?” diye sordum.

DEVAM EDECEK…

38 yaşında. Doğduğundan beri bir şeyler yazıyor. Şu sıralar öykü yazıyor.

Bir cevap yazın