Dağların Ardındaki Ülke-2
“Ben, bölge trafik müdürlüğünden polis memuru Rıfat. Size kendimi tanıtmadım mı? Kusura bakmayın burada çok yoğun bir gün geçiriyoruz,” dedi. Telefonda yazan numaraya tekrar baktım, cep numarasından arıyordu. Arkadan rüzgar ve korna sesleri geliyordu. Adam ofiste değildi. Elbette ki numarayı da bilmiyordum ama en azından artık numarayı kontrol edip emin olabilirdim. Polis memuru Rıfat. Demek öyle.
“Benim şimdi ne yapmam gerekiyor? Yani siz şimdi beni karımın aracı bıraktığı yerden mi arıyorsunuz?” diyerek kafam karışmış bir şekilde başımı öne eğdim. Tavanda ki seçenekler yanlış çıkınca tüm verilerin tekrar yüklenmesi ve bu verilerin ışığında yeni senaryolar çıkartılması gerekliydi.
“Biz trafik şube olarak aracınız ile ilgili kısımdan sorumluyuz. Evet ben bölgede görevli memurum. Aracınız Yunus Otoparka çekildi. Size tavsiyem bir an önce emniyete gitmeniz. Asayiş ekiplerine ifade verin, karınıza ulaşamazsanız beklemediğiniz bir durumla karşılaşabilirsiniz. İnsanlar birdenbire araçlarını yol ortasında terk etmezler. Belki de bir tehdit aldı, belki birilerinden ya da sizden kaçıyordu. Ya da birileri karınıza şantaj yapıp kaçırdı. Dediğim gibi ben trafik memuruyum bunlar benim işim değil. Bölge trafiğe gidip gerekli evrakları imzaladıktan sonra aracınızı otoparktan teslim alabilirsiniz. Tabii asayiş de uygun görürse. Araç sizin üzerinize kayıtlı yani aracın sorumluluğu sizde, eşiniz istese bile artık aracı otoparktan alamaz. Yaşananlardan dolayı plakanıza kesilen ceza adresinize gelecektir. Bana sormak istediğiniz bir şey var mı?” Sonunda bilmediği bir şey sormuştu. Asayiş de uygun görürse mi?
“Hayır Rıfat Bey, yok. Haber verdiğiniz için teşekkür ederim.”
“Rica ederim. Umarım en yakın zamanda karınıza ulaşırsınız ha unutmadan, eşinizin bir silahı var mıydı?”
“Silah mı? Nasıl silah?” Diye sesim kısılarak sordum. Nefesim iki kelimeyi söylemeye yetmemişti.
“Bir tür tabanca, tam olarak belli değil ama görenler, karınızın araçtan uzaklaşırken elinde bir tabanca olduğunu söylemişler,” dedi polis memuru Rıfat.
“Bu Ferda’nın yapacağı bir şey değil, ateşli silahların olduğu filmleri bile izlemeyi sevmez.”
“Ferda?”
“Evet benim karım, adı Ferda.”
“Anlıyorum bence Ferda Hanım bir şeylere bulaşmış ya da bulaşmaya zorlanmış. En iyisi emniyete gitmeniz ve karınızla ilgili bilgi vermeniz. Sonuçta insanlar arabadan inen silahlı bir kadın görmüşler ama bu kadın karınız mı değil mi bunu bile bilmiyoruz,” diyerek olaya yeni bir boyut katıp telefonu kapatmıştı memur bey.
“Size de iyi günler,” dedim zaten kapanmış olan telefona bakıp.
Hiç beklemeden karımı aradım ama telefonu kapalıydı. Bunların hiçbiri Ferda’ya göre davranışlar değil. Zaten daha silahtan bile bahsetmeden “Bu benim karım olamaz,” diye düşünüyordum. Neden? Neden arabayı öylece bırakıp gitsin ki? Tabii ki her şey olabilirdi her şey. Arabadan inen benim karımsa çok büyük bir sorun var demekti. Elinde bir silah ile birini mi kovalıyordu? Birinden mi kaçıyordu? Kovalıyorsa ne için kovalıyordu ya da yakalayınca ne yapmak niyetindeydi? Vuracak mıydı? Benim karım? Ferda? Evin köşesinde bulduğu örümceği bile evinden etmeyip beni de dokunmamam için tembihleyen karım. Peki ya birinden kaçıyorsa? Yine bir sürü soru. Kimden kaçıyordu? Kim niye bir diyetisyeni öldürmek istesin ki? Verdiği diyet listesi yüzünden açlıktan ölen karısının intikamını almak isteyen bir adam tarafından kovalanan diyetisyen hikayesi hiç gerçekçi değil. Ayrıca bu silah konusu tamamen karıma uymayan bir durum. Ferda ve tabanca. Hayır hayır veri eksikliği var. Şimdi ne yapmam gerek? Önce şu telefon çaldığında ocağa koyduğun boş tavanın altını kapat.
—
DEVAM EDECEK.