
TİGİN – BÖLÜM 1 – ONUR ÇİL
Dedem güçlü biri imiş. Onun zamanında sınırlarımız hiç olmadığı kadar geniş, otlaklarımız hiç olmadığı kadar gür ve sürülerimiz hiç olmadığı kadar bol imiş. Kuzeydeki dağlarda yaşayan, yol kesip mal çırpan uğrulardan sadık çeriler yapmış. Doğudaki ve batıdaki halkların topraklarını bizim topraklarımız ile birleştirmiş, yay çeken ve at binen tüm obaları kendi tamgasının altında toplamış. Çin ilinin hanını kendinden korkar kılıp vergiye bağlamış. Oğulları ve kızları ile bozkırın tek hâkimi, törenin tek sahibi olmuş.
Vakti gelip de uçmağa vardığında onun için yapılan kurganın o zamana kadar yapılan en büyük kurgan olduğu söylenir. Denir ki, o gün Tengri için yüz besili at, yüz doygun sığır, yüz yağlı koyun, yüz güçlü deve kurban verilmiş ve kurganda yatan cansız bedeniyle birlikte ona uçmağda yoldaş olsun diye atının yanı sıra yüz hizmetçisi de gömülmüş. Dedem yaşar iken kurganının üzerine toprak yığılmasını istemez imiş, o yüzden onun nerede gömüldüğü sadece onu gömen insanların anılarında kalmış. Zaten onu gömenlerden geriye canlı kimse kalmamış.
Babam, dedemin en büyük oğlu olduğundan ondan sonra başa geçmiş. Babam da aynı dedem gibi güçlü biri idi. O da dedem gibi bozkırın töresine saygı duydu ve onu korudu. Halkımızı gözetti, onları aç bırakmadı, fakir düşürmedi. Aynı dedem gibi hükmetti, onun gibi saygı gördü ve onun gibi sevildi.
Ama babam ile dedem arasında bir fark var idi. Dedem çok cenk görmüş, bozkırda yaşayan herkese baş eğdirmiş diz çöktürmüş idi. Babamın zamanında ise cenk edecek kimseler kalmadı. Sadece çetin geçen kıştan sonra Çin illerine varılır ve baskın verilerek doyumluk alınır idi. Bizim saflarımızda yay çeken yiğitler arasında Çin’den doyumluk almak bir zaman sonra eğlencelik bir işe dönüştü. Babam da bazen kendini eğlenceye kaptırır amcalarımla kim daha çok doyumluk edinecek diye bahse tutuşurdu.
Kan dökmeden baskın olmaz. Zaman zaman bizden birileri öte acunu boylar iken çoğunlukla karşı tarafın erleri ölür idi. Bu durumdan çokça sıkılan Çin beyleri toprak kazan, tohum eken çiftçi oğlanları bir araya toplayarak karşı durmaya kalkarlar, o zaman dökülen kanın haddi hesabı olmaz idi.
Bir seferinde baskın edileceğini önceden duyan Çin beyleri kendi çerilerini toplayarak gelmemizi beklemişler. Bizim yiğitler de kolayca doyumluk almaya alışık olduklarından ve de Çin beylerinden bir direniş beklemediklerinden tedbirsizce köye girmişler ama canlı çıkamamışlar. Bu olayın haberi babama ulaştığında babam çok kızdı, Çinlilerden çok bizim çerilere. Baskınlarımızın Çin illerinin canına tak edeceği belli idi. Nicedir bir direniş geleceğini tahmin eden babamın bu bahar baskın buyruğu vermediğini, çerilerin habersiz iş gördüğünü o zaman anladım.
Çerilerin acılı yakınları öç dilerken amcalarım da aynı ateşle yanıp tutuşmakta idi. En sonunda babam sefer emri verdi. Nicedir cenk etmeyen binlerce çeri bir düğün havasıyla hazırlandılar. Hem yitip giden yiğitlerimizin öcü alınacak hem de birkaç yıllık doyumluk kaldırılacak, cenksiz geçen zamanda yavaş yavaş fakirleşmeye başlayan halk yeniden bolluk görecek idi.
O zamanlar daha küçük idim, tozu dumana katarak güneye doğru akan binlerce atlının ardından özlemle ve gururla baktığımı hatırlıyorum. Cenk edecek yaşa geldiğimde ben de onlar gibi yay çekip düşman vuracak idim. Cengin ateşi beni sardığında tahtadan yapılmış olan kılıcımı kavradım ve etrafımda kol gezen hayali Çinlilere doğru savurdum.
Sefer beklenenden daha başarılı geçmiş. Sadece nehrin kuzeyindeki köyler talan edilmekle kalınmamış, nehrin güneyine de inilerek hem daha çok doyumluk edinilmiş hem de cenk bahsinde şakamızın olmadığını Çin hanına göstermiş idik. Babam geri döndüğünde yanında yüzlerce çuval tahıl ve binlerce baş hayvan getirdi. Önümüzdeki birkaç kışı sıkıntı yaşamadan geçirebilecek idik. Öç alınmıştı, bolluk başlamıştı. Artık atlarımızı besiye çekip semirmelerini ve çoğalmalarını izleyebilir idik. Bir yandan mutlu yırlar söyler iken bir yandan da kaybettiklerimiz için acılı yuğlar yakabilir idik.
Büyük amcam sefer sırasında ölmüş idi. Babamın dediğine göre bir köye girilmiş ve karşılarında kılıç tutmaya cesareti olanlar kılıçtan geçirilmiş. Köylülere kendi hasatlarını arabalara yüklettirirlerken elinde kılıç ile çerinin karşısına bile çıkamayacak kadar korkak bir köylü saklandığı yerden yayını çekerek amcamı vurmuş. Amcam oracıkta ölür iken babam o kadar kızmış ki o korkak köylünün hemen yakalanmasını ve köyün girişine asılmasını buyurmuş.
Babamın ve diğer amcalarımın elde ettiği tüm doyumluktan ölen amcamdan geriye kalan hatununa ve balalarına da pay üleş edilmiş idi. Kamların da dediği gibi zamanın sahibi Tengri’dir, insan ölmek için türemiştir.
Güz girer iken Çin hanının elçileri geldi. Yanlarında armağan olarak ipekli kumaşlar, onlarca çuval tahıl, hanın kendi atlarıyla çekilen iki süslü araba, üç avcı sungur kuşu, altın kakmalı bir hançer ve de babam ile baş göz edilmek üzere gönderilmiş hanın kızlarından biri var idi. Kocamış bir dilmaç elçinin sözlerini bizim anlayacağımız şekilde söylüyor idi.
O zamana kadar hiç Çinli görmemiş idim. Çinlilerin konuştukları dil bana çok karışık geliyordu, elçi konuştukça onu anlamaya çalışmaktan yorulmuş idim ve başıma ağrılar girmiş idi. Dilmacın varlığı için Tengri’ye teşekkür ettim.
Babam hanın hediyelerini kabul etti ve karşılığında kendi sürüsünden bir düzine at getirilmesini buyurdu. Bu atları hanın hediyelerine karşılık olarak elçiye verdi. Ancak hanın kızıyla evdeş olmayı reddetti. Kızın kendi yerine hatunu doğum sırasında ölmüş olan küçük amcamla evdeş olmasını istedi. Hanın kızı utangaç ve mahcup bir şekilde yere bakıyor idi. Onun için kimle evdeş olacağının bir önemi yok idi.
Elçi, yaptığımız sefer sonrası Çin ilinin ve Çin hanının büyük sıkıntılar yaşadığını anlattı. Han, kendi insanlarının güven içinde yaşaması karşılığında babamın belirleyeceği miktarda doyumluk tahıl ve hayvan göndereceğini söylüyor idi. Ayrıca kendi kızını evdeşlik için gönderdiğini ve artık hısımlık başladığı için bundan sonra barışın gelmesini istiyor idi. Babam düşünmek için süre istedi ve elçiyi konuk çadırlarından birine yolladı.
Kurulan toyda tüm beyler fikirlerini dile getirdi. Birisi Çinlilere güvenilmeyeceğini söyledi. Bir başkası akın yapmadan, normal bir akından kaldırılacak kadar tahıl istememiz gerektiğini, böylece çeri kaybetmeyip gücümüzü koruyacağımızı söyledi. Birisi cenk zamanı cenk etmeyen çeriden fayda gelmeyeceğini söyledi. Daha birisi bizim de Çinliler gibi toprağı eşeleyip kendi doyumluğumuzu kendimizin yetiştirmesi gerektiğini söyledi. Küçük amcam Çinli hatunu pek bir beğenmişti, barış edip hatunu almak için çok dil döktü. En sonunda babam kararını verdi: Çin hanıyla barış edecek idi.
Aradan yıllar geçti. Küçük amcam han kızını kendine hatun etti, balaları doğdu. Her yıl güz girerken bir Çin elçisi arabalar dolusu tahılla birlikte birçok hediye getirir oldu. Karşılığında bizim verdiğimiz hediyeleri Çin hanına götürürdü. Halkımız mutluydu, erler ailesinin yanında kalır iken; karınları tok, sürüleri pek olmuş idi. Eğlence için av eder, altın için cins at yetiştirir olmuşlardı. Bazen Çin’den gelen ipekli kumaşlara sarınır, od başında mutlu yırlar söyleyip geçmişin şanlı cenklerini anar olmuşlardı. Babam halkımızı mutlu ve doygun gördükçe Tengri’ye saçı sunar, kıvanır idi.
O yıl kış çetin geçeceğe benziyor idi. Soğuk yeller erken esmeye başlamış idi. Taze otlaklara kavuşmak dileğiyle güneye doğru göç etmeye karar verildi. Çin elçisinin getireceği azık bu sene daha da önemli idi. Geçen yılın azığından çok kalmamış idi. Ne var ki hanın elçisi o yıl her zaman geldiği zamanda gelmedi. Göç hazırlıkları bitince elçinin gelişi beklenmeden güneye doğru yürüyüş başladı.
Yılın ilk karı düşmeye başladığında güneye vardık. Elde avuçta azık kalmayınca halkımız gözünü yollara dikip elçiyi beklemeye başladı. Ancak o yıl elçi hiç gelmedi.
O yılın kışını hiç unutmam. Aç bir karnın gurultusunu hangi yır, hangi eğlence bastırabilir? Av için avlak gezen erler eli boş döndüğünde balasının yüzüne nasıl bakar? Bir lokma et, bir çamçak kımız olmayınca hatununu nasıl doyurur? O kış tüm erlerin başları yerden hiç kalkmaz iken, göğe bakıp Tengri’yi nasıl görür?
Bahar gelip de av bollaşınca aç geçirilen geceler unutuldu ama açlıktan yitip giden yüzlerce bala, hatun ve er unutulmadı. Çin hanının ettiği oyun da unutulmadı. Babamın buyruğuyla yüz er hazırlandı. Babam hanın sarayına varıp hesabı kendisi soracak idi.
On beş yaşımda idim. Kılıcımı kuşandım, yayımı elime aldım. Babamın yanında at sürmeye hak kazandım.
Hanın sarayına varmamız yirmi gün sürdü. Han bizi sevinç ile, kıvanç ile karşıladı. Bizim için şölenler verilip sofralar kuruldu. Babam hana neden sözünden döndüğünü sordu, han utanç ile başını eğdi. Dediğine göre o yıl mahsul o kadar az imiş ki kendilerine dahi yetmemiş. Çiftçi kendi ektiğini yiyemezse bir daha eker mi, aç kalırsa bir daha ki yıla çıkar mı?

