
TİGİN – BÖLÜM 2 – ONUR ÇİL
O sırada düşündüm, Çin ili bizden daha zengin idi, bizden daha kalabalık idi ama yine de bize doyumluk vermeliydi. Çünkü Çin ili yumuşak idi, erleri çeriden çok çiftçi ya da tüccar idi. Bizim sayımız az olsa da hepimiz çeriydik, hepimiz kayalar kadar sert idik.
Han vermesi gerekenin iki katı daha fazla azık, top top ipek kumaşlar, sandıklar dolusu altın, sürülerce hayvan ve de babama evdeş olsun diye kızlarından birini verdi. Verdiği hediyeleri götürecek kadar çok er yoktu yanımızda. Han hediyeleri bizim ilimize götürmesi için kendi erlerini verdi. Yolda uğrular malları çırpmasın diye kendi çerilerini de verdi.
Yola düştükten beş gün sonra Çin ilinin sınırı bitip bizim ilimizin sınırı başladığında atları dinlendirmek ve soluklanmak için durduk. Önden haber yollayıp kendi erlerimizi çağırtmış idik. Çin’den gelen erler geri dönecekler idi.
Ne olduysa o an oldu. Çinliler bir anda saldırdı. Hazırlıksız yakalanmış idik. Ne olduğunu anlayamadan yüz erin yarısı toprağa düştü. Yayımı gerip en yakındaki düşmanı vurdum. Sonra birini daha, sonra bir başkasını. Küçük amcamı gördüm, Çin çerileri ile bir olmuş bizim erlerimize saldırmakta idi. Sonraki okumu ona attım, ok yanından vızıldayıp geçti. Amcam parmağıyla beni gösterdi, dört çeri bana doğru koşmaya başladı. Babamın bulunduğu yere doğru kaçtım. Babam, kılıcı elinde toprağa düşmüş idi. Beni kovalayan Çinliler yiğitlerimizin oklarıyla öldüler.
Babamın yanında diz çöktüm, tuzlu göz yaşlarım yanağımdan süzülüp babamın kanına karıştı. Babam gözlerini açtı zor soluk alıyor idi. Yanına uzanmamı ve ne olursa olsun kıpırdamamamı söyledi. Yaralarından akan kanını yüzüme ve boynuma sürdü. “Ölü ol” dedi, “şimdi ölü ol ki yarın diri olup öcümüzü alasın.” Gözlerimi kapattım ve kıpırdamadan yattım.
Önce vuruşma sesleri kesildi. Sonra biri gelip kılıcının ucuyla bacağımdan dürttü. At sesleri, araba sesleri, ayak sesleri kesildi. Sonsuz bozkırda bir rüzgâr koptu, yüzümü ve saçlarımı okşadı. Bir damla yağmur düştü yüzüme. Uyandım.
Nal ve tekerlek izlerine bakılırsa Çin iline geri dönülmüş ama bir düzine atlı kuzeye doğru yol almış ve obaya doğru gitmişler. Alçak amcam ve onun yardakçıları olmalıydı bunlar. Etrafta hiç at yoktu ve hava kararmak üzereydi. Kuzeye doğru yürüdüm.
Obanın yakınlarına vardığımda kaç gün geçtiğini bilmiyordum. Babamın kanı yüzümde kurumuş idi, yıkamaya elim varmadı. Çarıklarım delinmiş, urbam yırtılmış idi. O kadar yılgın ve yorgundum ki görenlerin beni tanıyamayacağına emindim. Bir çadıra yanaşıp bir yudum su istedim. Bitkin halimi gördüklerinde bana acıyıp içeri aldılar. Önüme biraz kurutulmuş et ve biraz ayran koydular.
Ağzımdaki bir lokma eti yutmaya çalışırken çadırdakilerin kendi aralarında fısıldayarak konuştuklarını duydum. Dediklerine göre Çinlilerin alçakça saldırısında ölen Kağan’ın ve büyük oğlunun ardından Hatun ve iki küçük balası otağda ölü bulunmuş. Zehirlendiklerini gösteren izler olduğunu söylemiş otacı. Çin çaşıtları otağa kadar girmiş. Başa geçen Kağan’ın kardeşi öç alacağını söylemiş.
Duyduklarımdan sonra çadırdan koşarak çıktım. İçimde öyle büyük bir ateş yanıyor idi ki haykırmamak için kendimi zor tutuyor idim. Gözlerimin önüne inen koyu karanlık gündüzü geceye çevirmişti. Isırmaktan dudaklarım, yumruklarımı sıkmaktan avuçlarım kanıyor idi. O gün bu hainlerin hiçbirini sağ koymayacağıma ant içtim.
Birkaç yıl bozkırda başıboş oradan oraya savruldum. Yaşadığım her gün Tengri’ye yakardım, öç diledim. Bu sürede amcam olacak it, Çin Hanı ile iyice yakın olmuş, Çin iline değil de hanın düşmanlarına sefer eder olmuştu. Kimi beyler yaşadıkları rahat hayattan memnun iken kimileri de hanın elinde oyuncak olmaktan rahatsız idi. Ama kimse kağana karşı durmaya cesaret edememiş idi.
Günbatısından Çin iline girip talan eden başkaca obalara karşı sefer edileceği haberini alınca kılıcımı kuşanıp yayımı omzuma astım ve orduya katıldım. At alamayacak kadar fakir idim, bağlı olduğum bir oba da yoktu. Kimlerdensin diye sorduklarında bozkırlıyım dedim. Bana bir at verdiler. Kılıcım eski ve paslı idi, bana yeni bir kılıç verdiler. Yayımın kirişi sünmüş, oklarımın ucu düşmüş idi. Bana sağlam bir yay ve akça ağaçtan yapılmış oklar verdiler. Açım dedim, bana aş ile kımız verdiler. O gece od başında kımızımın yarısını toprağa döküp saçı ettim. O itin yüzünü görmeyi diledim.
Yola çıkmadan bir gün önce Kağan ile beyleri benim de içinde bulunduğum ordugâhı ziyaret etti. Çerilerin çoğu hala neden Çin iline değil de onun düşmanlarına sefer edildiğini merak ediyorlar idi. Alışkanlıkları yenileriyle değiştirmek zordur, Kağan da elbet bunun farkında idi. Çeri ile konuşup onları yeni bir amaca yönlendirmek istemiş, bu yüzden görklü atının üzerinde karşımıza geçti.
Kağan inanç ile şevk ile konuşmakta idi, geçmişteki büyük seferlerden, bolluktan ve kazandığımız cenklerden bahsediyor idi. Ben ise kılıcımı onun boğazına çalıp öcümü almanın hayalini görüyor idim. Çerilerin arasında, arkalarda kendimi gizlemek ister iken gördüğüm hayalin gücü ile ön sıralara yürüdüm. Bir an için Kağan ile göz göze geldik, konuşmanın ortasında kalakaldığını, çenesinin titrediğini, gözlerinin kocaman açıldığını gördüm Sonra toparlanıp kaldığı yerden devam etti. Beni gördüğünü biliyor idim, ancak o gördüğü kişinin gerçekten ben olup olmadığıma emin olamıyor gibi idi. O gün pusu esnasında ölmemiş miydim, yoksa öte acundan çıkıp gelmiş bir hayalet miydim? Kestiremiyordu, bakışlarındaki şüpheyi okuyabiliyor idim.
Konuşmasını sonlandırdığında ordugâhta çok kalmadı. O gider iken, birilerinin beni alıp otağa götüreceğinden emin idim, kimseler gelmedi.
Gün doğduğunda ordu harekete geçti. Geceden beri içime öyle büyük bir sıkıntı oturmuştu ki, ne kağan umurumda idi ne de bunca zaman kovaladığım öcüm. Uzaklardan esip gelen yel sanki beni yeniden bozkırın sonsuzluğuna çağırıyor idi. Ey bozkırın iyesi, Tengri adına, beni sen mi çağırırsın? Atımı çevirdim ve geldiğim yöne, bozkıra sürdüm.
Sonradan öğrendim ki, amcam sefer sırasında ölmüş, ruhu tamuyu boylamış idi. Cenklerin hanı Kızagan Han, Tengri adına verdiğim andı tutmuş öcümü almış idi. Ben ise ıssız diyarlarda yitip gözlerden kayboldum.
Denir ki; bir zamanlar ihanete uğramış, kurulan pusuda öldü sanılıp bırakılmış ama ölmemiş, öç andını Ulu Tengri’nin kendisinin aldığı bir tigin yaşar idi. Bu öykü, adı bengü taşlardan silinmiş o tiginin anısına yazılmıştır.

