GİZİL GÜÇ – MERT CAN ÜNLÜ
İnsanlar neden sınırlar koyarlar kendilerine? Daha güzel yaşamak, mutlu bir yaşam sürmek varken neden kendilerini örümcek ağlarıyla kaplarlar? Mutlu yaşamayı mı istemezler yoksa buna hangi yoldan varacaklarını mı bilmezler? Ya da sınırlar koymanın doğru yol olduğuna mı inandırırlar kendilerini?
Onlara göre mutlu bir hayatın yolu “rahat” yaşamaktır ve bunu kendilerine sınırlar koyarak yaparlar ancak bana göre bu sadece onları mutsuzluğa götüren birçok seçenekten birisidir. Burada bahsettiğim “sınırları aşmak” fikri çok uzaklara gitmek gibi ütopik fikirlerden değildir; çok uzaklara da gitseniz yanınızda gelecek olan kendi aklınız, dünyanızdır. Montaigne bunu şu cümle ile yansıtmıştır: “Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir, o engin denizlerin ötesindeki yerler değil.”
İnsanlığı hayvandan ayıran en önemli özellikleri olan akıl, kavramsal ve analitik düşünebilme yetisi bunu gösterir. İstanbul’u izleyen hayvanlar, İstanbul’un zihinlerinde imgeleşen gerçekliğini algılayabilirler. “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.” diyen şair ise, İstanbul’un görülmesi gereken güzelliklerini görürken İstanbul’un gerçekte olmayan sesini de duyar. Analitik olarak düşünen insan ise, sadece güzellikleri görmekle kalmaz, bütün sosyal sorunları da kavrar ve bu güzelliklerle çirkinlikler arasında nedensellik kurar. Basit bir örnekle sokakta yürürken bizden para isteyen bir insan görürsek eleştirel ve analitik düşünebilen bir birey olarak aklımıza, sosyal adalet ve eşitsizlik sorunu gelir. Kişiler kendilerine doğuştan verilen bu yetileri kullanmalı ve geliştirmelidir. İnsanlar kadar hayvanların da çok şey öğrenebildikleri açıktır ancak onlar bunu gözlem ve deneyim yoluyla basit bir şekilde yaparlar. Hayvanlar bilgilerinin çoğunu gözlem, ödül-ceza sistemi yoluyla elde etseler de, birçok kısmını da doğadan birinci elden öğrenirler; bu bilgiler olağan durumlarda onların boyunu fazlasıyla aşar ve elde ettikleri bu bilgileri deneyimle ve pratikle çok az ilerletebilirler, hatta ilerletemezler. Hayvanlarda zekayı yansıttığı sanılanların birçoğu genlerinde programlanmıştır. Açıklamasını yapamadığımız bu olağanüstü duruma içgüdü diyoruz. Fakat hayvanlarla ortak noktamız olan bu olağanüstü durumu, derinlemesine düşünüp hayatımızda fark ettikçe, hayretler içinde kalmayı bırakırız. Ne kadar hayret etsek de, insana ateşten sakınmayı öğreten de bir içgüdüdür. İnsanlar bu içgüdüler ile yetinmeyip hayatın her noktasında her konu hakkında kendilerine doğuştan gelen ve insanı hayvandan ayıran düşünme biçimlerini geliştirerek düşünmelidir.
Hayatta bizi mutluluğa götürecek olan, kendimize ve düşüncelerimize koyduğumuz sınırlar değil, kendi aklımızdır. Hayatın her noktasında bu düşünmeyi yaparken dikkat etmemiz gereken nokta da, düşünürken kendi içimizde takıntılı bir şekilde kaybolmamamızdır. Tabii bu noktada “takıntılı” sıfatı da görecelileşiyor. Bana göre zaman zaman düşünerek kendi içimizde kaybolmak da bir gerekliliktir. Düşünmenin kendimize edindiğimiz sosyal rolleri olumsuz etkilemesi bir uyarı noktasıdır. Bu uyarı noktasına varmadan hayatın her noktasında düşünmek, bana göre mutlu yaşamak için bir gerekliliktir.
Her insan, düşündüğü ölçüde özgürdür. Özgür olduğu kadar da mutludur.