YILMAZ – PINAR AKSU ERTAŞ
Saat gece yarısını geçti. Uzaktan polis arabasının mavi kırmızı ışıkları otobanda aksetmeye başladı. İlerde otobanın kenarında bir hareketlilik oldu. Birkaç kişi yola çıktı. Acı bir fren sesi geçen hafta karşıya geçmeye çalışan arkadaşlarının arabanın altında sürüklenişini hatırlattı ki , geri dönüp arkadaki ufak tepeye koşarak tırmanmaya başladılar.
Yılmaz yanaşıp duran arabadan indi, kullananı, elini sallayıp kırmızı rujlu dudaklarıyla öpücük yollayarak uğurladı. Uzun siyah saçlarını edayla arkaya atıp, otoban kenarındaki bariyerlere yaslandı. Beklemeye başladı.
Telaş içinde tırmananların bağrışmaları yankılandı. Polis minibüsü önünde durdu, biri indi tepeye doğru kaçanların peşinden koşturdu. Yılmaz camdan içeriye başını uzatıp“ Sen miydin Muhittin Abi?. Selam” dedi.
“ Merhaba Yılmaz”
Yılmaz arabaya bindi.
“Toy bunlar abi toy, kaçsınlar bakalım nereye kadar kaçacaklar?”
“ Geçen gün anlattım bunlara , nezaretten sonra Cancan’ da kanınızı alırlar, temizsen öğlene özgürsün, hastalıklıysan da yatarsın, böylece hastalığını bulaştırıp kimsenin ahını almadan tedavi olur çıkarsın. Sağlık olmazsa hiçbir şey olmaz. Öyle değil mi Muhittin Abi? Ama dinleyen kim?”
“Haklısın Yılmaz, bunlar yeni, korkuyorlar.”
Polis münibüsü otoban boyunca topladı. Nezarethanede kimlikti tutanaktı derken işler biraz uzar gibi oldu ama gece çabuk bitti. Sabahın ilk saatlerinde deniz kenarında mis gibi iyot kokusu içinde, Cancan’nın gri büyük demir kapısı gıcırtıyla açıldı , polis minibüsü içeri girdi. İndiler.
Hastane personeli yeni geliyordu. Yılmaz bahçedeki kafeteryanın iskemlelerinden birine oturdu başındaki peruğunu çıkarıp çantaya koydu.
“Günaydın Yılmaz “
Sait bu, çaycı.
“Epeydir yoktun ”
“Günaydın , uzun süredir denk gelmedim polise , dün gece kaptı Muhittin Abi, beni değil tabi bu acemileri. Baksana hem huysuzlanıyorlar hem korkuyorlar.”
“Çayın on dakikası var”
“ Acelem yok Sait, öğlene kadar buradayım”
Müdür geldi, sever Yılmaz, selamlaştı. Kahvesini içmeden gitmez.
“Sait özlemişim çayını , İstanbul’da senin gibi çay yapan yok yemin ederim”
“Bizde seni özledik Yılmaz işin bitsin , patlat iki tane de içimiz şenlensin”
Laboratuvar açıldı, sırayla kanlar verildi.
Kapıyı vurdu. İçeri girdi.
“Günaydın Müdüre Hanım”
“İyi kadındır. Leyla’mı her zaman sorar, hamileliğini merak eder. Çocukların okulunu sorar, onları anlatırken muhabbetin ve sırların dibine gömülürüz ve kahveler gelir.Sırlarımın hepsi bu odanın duvarlarında, bir kez daha gelene kadar asılı durur. Bir sonraki gelişimde hepsini duvardan tek tek alır üzerine ilave edeceklerimi ilave edip tekrar yerlerine koyarım.”
Geceden kalma kırmızı rujlu dudakları kahve fincanında izini bıraktı. Müdürle ve sırlarla vedalaşıp bahçeye çıktı.
Kafeteryanın sandalyelerinden birine oturmuştu ki, Sait seslendi “haydi Yılmaz aylardır seni bekliyoruz”.
Yılmaz uzatmadan başladı şarkıya.
Leyla bir özge candır
Kara gözlü ceylandır
Doyulmaz hüsn- ü andır
Kanılmaz bir içim su
Leyla ah Leyla
Tüm hastanede mesai durdu, Cankurtaran semti bile durdu dinledi neredeyse..Keşke İstanbul da bir mola verip dinleseydi bu sesi. Acemiler de bu sese teslim olmuş hem sakin hem şaşkın Yılmaz’a bakıyor ve dinliyorlar.
Hemen arkasından geldi ikincisi.
Uzun yıllar bekledim
Hakikat oldu rüyam
Koklamaya kıyamam
Benim güzel Manolyam
Şarkı biterken kan sonuçları geldi. Vedalaştı, demir kapı açıldı, Yılmaz çıktı.
Ev Tarlabaşı’nda. Bir oda, ufak tezgahlı bir mutfak , bir hela, musluğa bağlı el duşu. Çekyat, gardırop tuvalet masası ve orta sehpası.Ev Arap sabunu kokuyor.
“Temizlemiş, aferin bu yeni yetmeye. Özlem haklı çıktı, efendi çocuk. İyi oldu aldım eve, ev misss. Dediği gibi memleketlisi mi, Beyoğlu’nda mı buldu?. Önemsiz.. Çocuğa sahip çıktı ya , çocuğu gibi bakıyor buna. Eee onca mücadeleden sonra döndü, ama çocuğa çare yok. Neyse buldu çocuğu. .”
Yılmaz eski tuvalet masasına oturdu, önce çantasından peruğunu çıkartıp peruk mankenine giydirdi.Makyajını rujunu temizledi. Siyah taytını ve bluzunu çıkarıp dolaba koydu.. Bodyguard kıyafetlerini giydi.
Kapı açıldı, yeni yetme geldi.
“Yılmaz Abi hoş geldin , geç kaldın bugün. Bir iki şey aldım çay da demleyeyim, birlikte yer miyiz?”
“Yok gidiyorum, Leyla yengen bekliyordur, geç kaldım, başka zaman”
Bir kez daha aynaya baktı akşamdan emare var mı diye. Tek kaşını kaldırıp boydan baktı, bu kıyafetle yakışıklılığını bir kez daha onayladı.
“Leyla’mın bu takıma hayran olduğu kadar var”
Yürüyerek Karaköy’e indi, kalkmak üzere olan Kadıköy vapuruna yetişti, her sabahki gibi dışarıda oturup deniz havasını içine çekti, arındı. Yel değirmenine yürüdü.
“Leyla’ma ne desem, kulüp de mesaiden sonra toplantı vardı, yok bu iyi değil, sabah son müşteriler çıkmadan kavga çıkardı, karakol falan anca oldu, eh bu fena değil”
“ Yılmaz geç kalmışsın” Bakkal Adem bu.
“Merhaba Adem, kavga çıktı”
Elleri dolu bakkaldan çıkarken Ademi selamladı.
İşte dünyanın en güzel kadını Leyla’m benim , camda gece kulübünde bodyguard olarak çalışan kocasını beklemekte. Başına bir şey mi geldi diyecek şimdi, kavgamı çıktı kulüpte acaba diyecek. Diyecek de diyecek.. Bak işte beni gördü, kapıyı açmak için koşturuyor şimdi.
“Nerede kaldın Yılmaz’ım çok merak ettim” doğuma az kalmış karnıyla sarılmaya çalıştı. Yılmaz elindekileri yere bıraktı, sımsıkı sarıldı. Kendince. O çok sevdiği kokusunu içine çekti.
“Kavga çıktı, anca geldim.”
Leyla bodyguard kıyafetini özenle askıya asıp, hayran hayran baktı.
Çocuklar geldi okuldan o sırada. Kız ayakkabılarını atıp dosdoğru babasının boynunda, oğlan daha ağır yaklaşıp, kız bırakınca babanın boynuna dolandı.
Pazar çalışmaz . Balığa gidecekler oğlanla program yapıldı. Kız da istedi bu sefer.
, “Sende gel Leyla’m, sandalyeyi açarız oturursun” Leyla kafasıyla onayladı, sofra kurmaya başladı . “Ne yemek yaptın?”
“Börek açtım”
“Benim karımın eline kimse su dökemez”
Gece kulübünde gece mesaisi onda başlar. Yılmaz hazırlanıp öper ailesini. Leyla bu özel kıyafetli kocasına hayranlıkla bakıp uğurlar.
Yağmur yağıyor.
Tarlabaşı’nı seller götürüyor. Islandı. Kapının önünde çıkardı kıyafetini, askıyla duvardaki çiviye astı. Kurulandı. Siyah taytını, siyah dar gömleğini giydi. Aynanın karşısına oturdu. Allık , rastık, rimel ve ruj yerlerini buldu. Saçı hala nemli. Kuruttu. Peruğunu özenle yerleştirdi. Gökkuşağı renkli şemsiyesini kapının kenarına koydu. Saate baktı. Taksi Mustafa neredeyse gelir derken korna sesi duyuldu. Şemsiyeyi de alıp çıkmadan, tekrar aynaya, uzun saçlarını şöyle bir arkaya atıp ,baktı. Beğendi.Taksi Mustafa, Özlem’i ve diğerlerini almış. Mesai yerlerinde inecekler.
“Özlem senin yeni yetme yoktu evde, sende mi?”
“Evet bende kitap okuyor, Yılmaz ya bu çocuk sürekli okuyor ne bulursa okuyor, okutsam mı ben bunu?.. Senin gibi olacağım diyor bir yandan da”
“Madem çocuğum o benim diyorsun, okutacaksın.”
Otobandalar. Diğerleri sırayla indi. Yılmaz en son indi. Eliyle selam verdi, konuşmadı. Alınacakları saati hepsi biliyor.Gökkuşağı şemsiyesini açıp bariyerin kenarında beklemeye başladı.
Bir tanesi sinyal vererek önünde durdu. Arabanın, yağmurun şiddetinden buğulanmış camlarından içerisini göremedi. Gökkuşağını kapatıp silkeledi ve bindi.
“Adam yüz elli kilo, üstelik leş gibi ter kokuyor ve pazarlıksız bindin, acemilerden ne farkın var şu an senin in hemen”
Yanındaki camı açtı, derin bir nefes aldı. Araba hızlandı.
“Tavsiye üzerine geldim, çok güzel de sesin varmış”
Vites kutusunun üzerinde silahı gördü. Korktu.
“Eh fena değil”
“Garsoniyerime gidiyoruz, orada patlatırsın bir iki tane”
“İnemezsin artık , bak silahın altında sustalı da var, bu domuzla bitireceksin geceyi”
Eski bir apartmanın önünde durdular. Asansörle hızla yukarı çıktılar.Eve girdiler.
Çantasını kapıp tuvalete attı kendini. Kitledi kapıyı.
“ Hayvan, hayvan oğlu hayvan nasıl da yüklendi parçaladı beni bu saate kadar, Allah’ın belası. Sabah oldu mu? Saatten de haberim yok. Elinde sustalı veya silah olacakmış , yapamıyormuş başka türlü sapık. Ya tetiğe dokunsa , ya ters bir harekette sustalı parçalasa beni. Suratımın haline bak, manyak boynumu ısırdı, sırtımı da ısırmış hayvan.. En az kendi gibi kokuyor burası, şu banyoda yıkanılır mı?. Bunca sene hastalık kapmadın burada kapacaksın. Bu lavaboda el mi yıkanır be.”
İçeriden gelen horlama sesini duydu.
“Uyumuş aygır paramı da vermedi”
Elini yüzünü toparladı, peruğunu yerine oturttu. Çıktı, kapını gıcırtısı uyandırdı adamı.
Masanın üzerinde silah, sustalı ve yataktaki adam Yılmaza bakıyorlar.
Parayı uzattı.
“Bu senin, iyiydin, hadi şimdi bir şarkı söyle”
Yılmaz şarkıya başladı. Horlama sesi şarkıya karıştı. Sustu.
Masanın üzerindekilere son bir kez daha baktı, çantasını alıp evden koşarak çıktı.
Yağmur durmuş . Yürüdü. Her tarafı ağrıyor. Saate baktı. Taksi Mustafa’yı çoktan kaçırmış.Telefonunu çıkardı , Özlem’i aradı.
“Uyumuş muydun?”
“Yok ben de seni arayacaktım, takside de yoktun, iyi misin?”
“Yok bir şeyim iyiyim. Bak şimdi bana bir söz vereceksin tamam mı?”
“Meraklandırma beni ya, benim oğlana mı bir şey oldu yoksa?”
“Başlatma analığından, ben daha şimdi eve gidiyorum. Söz ver bana.”
“Tamam ya kafan mı iyi senin söz tamam söz ya, söyle”
“ Bak günün birinde manyağın sapığın biri bana bir şey yaparsa ve ben kendimde değilsem veya ölmüş isem, ilk senin haberin olacaktır. Öncelikle yani beni hastaneye götürmeden kimseler gelmeden, tekrar ediyorum kimseler gelmeden ,makyajımı temizle. Kıyafetimi ve peruğumu yok et. Beni anadan üryan bırak. Beni o şekilde bulsunlar.”
“Yılmaz ne oldu ya geleyim mi ? Neredesin sen?”
“Bak benim ailem öğrenmeyecek tamam mı, benim on altı yaşında oğlum var Özlem, tamam mı ? Söz ver bunu yapacaksın.”
“Tamam Yılmaz söz veriyorum, yapacağım hepsini”
“Umarım geç kalmazsın.”