Genel,  Hikaye

OYUN HİKÂYESİ

Helin, alaca karanlığa bile geçmemiş vakitte, tek varlığı oğlu Adnan’ı, eliyle desteklediği başı sayesinde biraz yüksekten izliyordu. Yüksekte olma hissini yaratmaya çalışırdı kendinde tepeden bakınca düşünceleri basitleşir sanmak yerine umardı. Babası öğretmişti ona; köyde ölmeden önce dağdan köye bakarken. Babası ona, sanıp kendini kandırmayı öğretmişti o,ummayı eklememişti. Ummak kendini kendini kandırmak değildi ona göre ki bunda haklıydı.

Genç anne düşüncelerinin ağırlığından mı yoksa uykusuz geçen gecelerin yüzünden mi bilinmez, her daldığında eli başından kayıyor, kendini topluyor, tekrar başı kayıyordu. Düşüncelerin ağırlığı şu an evrenden ağırdı genç kadın için. Gençti fakat ölüyordu; bu ölüm ona ailesinden tek mirastı. Kalp büyümesi vardı genetik olarak. Bir gün aniden ölecekti ve küçüğünü bırakacağı bir yer veya kimse yoktu. Çivisi çıkmış dünyada kimseye de güvenemezdi fakat Adnan için birine güvenmesi gerekecek en azından güvenmeyi umacaktı.
Baraka gibi gecekondularına ilk geldiği gün anlamıştı bunu sitelerin yüksek duvarlarının bitişiğinde duran yapıya bakarken. Dışlanma hissi o zaman tokadı çakmıştı ilk kez. İkincisi de birlikte kaçtığı kocası trafik kazasında öldüğünde. Kendinin de erkenden öleceği haberi ise tokat değil de endişe olmuştu ona sadece.
Şimdi endişeyi yenmek için tek yapabileceği, her şeyi olan bu canlıyı bir şeylere hazırlamaktı. Bunun için de bir planı vardı ve o planın son halkası da bugün başlıyordu Adnan için.
Helin başını tekrar düzeltirken alaca karanlığın ilk aydınlığı oluşmaya başlamış, tek odalı gecekondunun yamalı kapısının arasından bir gölge sızıyordu. Davetsiz misafirden ziyade Adnan için kaçınılmaz yolun habercisiydi bu gölge.
Öptü Helin Adnan’ı. Sanki o saflığı bozulmadan son kez öpmek gibi bir düşünce gizliydi bu öpücükte.
Adnan 5 buçuk yaşındaydı ve gözlerini açar açmaz gördüğü ilk görüntü karanlıktı ve bu onu ağlattı. Annesi hiç müdahale etmedi ağlamasına. Uyurken onu öpmesiyle aynı sebepten. Çocuk ağlarken o sadece giydirdi. Adnan, uyandığının ve annesinin onu ayağa dikip her gün giydiği kıyafeti giydirmeye başladığını fark edince ağlama şiddeti azaldı ve ağlama sonrası derin nefeslere dönmeye başladı hali. Ceylan gibi güzel gözleri uyku mahmurluğunun ve ağlamasının etkisiyle şişmişti. Gözlerini silerken annesi hiç ses etmedi. Bu normal değildi, çünkü en az üç defa “Uslu dur yoksa parmak kardeşler yüzünle buluşacak.” derdi. Ufaklık bu durumun şaşkınlığı ile  gözleri de karanlığa alışınca başını kapıya çevirdi. Kapının boşluklarından sızan gölgeyi görünce gözleri dehşet içinde fal taşı gibi açıldı. Annesine işaret etmeye çalışırken çıkan rüzgâr kapıyı açtı. Alaca karanlığın ışınlarını adeta tanınmazlık zırhı gibi ardına almış, iri bir gölge toprak yolda duruyordu ve yüzünü görmek imkansızdı bu yüzden. Adnan, korku dolu ifadeyle annesine baktı. Helin yerden sakince kalktı ve oğlunu elinden tutarak gölgenin 7-8 adım kadar yanına geldi. Adnan annesi olduğu için kendini biraz güvende hissetse de  korkusu hala içini sarıyordu. Annesi, “Hadi git.” dedi ve Adnan’ı gölgeye doğru itti. “Korkma, söz dinle ve etrafa bakma, gitme gördüklerine doğru.” dedi. Adnan ürkek ürkek adım atarken. Helin gördüklerine gitme derken her erkek çocuğu gibi kendi oğlunun da kaşif olduğunu ve içindeki merakın onu düz yoldan saptıracağının farkındaydı. Ne de olsa daha önce görmediği yerlere gidecekti.
Adnan, yaklaştıkça başını korku içinde daha çok eğerek gölgenin yanına vardığında gölge hızlı bir hareketle Adnan’ın sol omzuyla boynunun birleştiği yerden kavradı. Gölge, Adnan’ı önüne katarak yola koyuldu.
Adnan uzaklaştıkça Helin kendini suçlu hissetmeye başladı ve bağırdı, “O hikaye gibi… Oyun hikâyesi… En sevdiğin hikâye.”
Adnan dönüp annesine bakmak istedi fakat gölgenin eli buna izin vermeyecek kadar sıkı kavramıştı onu. Oyun hikâyesi diye bağırmıştı annesi, “En sevdiğin hikâye…” Adnan hiç sevmezdi o hikâyeyi fakat yakın zamanda her gece onu dinlerdi. “Bir varmış bir yokmuş…”
Çocukça düşünceler ve saf neşeyle omzuna baktığı zaman gördüğü nasırlı, güçlü elin hissiyle yürümeye devam etti Adnan. Yoldaki çatlaklar çukurlar hayal gücüyle eğlence oluyordu ona. Ta ki saptıkları yola kadar. Önce hayal gücünün eğlencesini devam ettiren çocuk burnunu kaşımak için başını kaldırdığında çok şaşırmıştı. Tıpkı annesinin ısrarla anlattığı gibiydi. Uzun yol ve yanlarında oyun alanları, kıvılcım saçan şeyler… “Keşke Aydın ve Hakkı da burada olasıydı.” diye geçirdi küçük ,yumruğu kadar kalbiyle.
Küçük kalbi yalnızlığı sevmezdi ve hiç eğitilmemiş saf yeteneği ile çizgi çöp adamlara dedesinin ve babasının adını verip onlarla oynardı annesi her ev temizliğine gittiğinde.
Çocuk olmanın verdiği hakla kendini önce sağa ardından sola atmaya çalıştı. Oyun oynamak ve Aydın ile Hakkı’yı çizerek yanına çağırmak için. Fakat onu sımsıkı tutan, tırnak araları kara kara kirlerle kaplı el  izin vermedi buna. Adnan bir süre çabaladıktan sonra kaderine teslim olmuş koyun misali yürümeye başladı başını öne eğerek. Kıvılcım sesleri her iki yanından da gelirken küçüğün aklına, oyun oynarken uçan resim geldi. Resimde nehrin ortasında bir çocuk etrafındaki yeşilliklere çaresizce bakıyordu.
Adnan bir süre daha yürüdükten sonra sıkıldı kafasını omzundaki çatlak dolu, buruşuk ve iri parmaklı ele çevirdi, “Senin adın ne?” diye sordu. Cevap gelmedi. Bir süre sonra “Nereye gidiyoruz?” dedi çocuk. Elin kırık tırnaklı işaret parmağı, yılların yorgunluğuyla ağır ağır kalkan köprü gibi kalkarak ufuk çizgisinde belli belirsiz görünen küçük noktayı gösterdi. Küçük o yöne bakınca annesinin anlattığı o kısım geldi aklına, “Uzak noktadaki…”
Adnan heyecanlı fakat bir o kadar da sıkılmış bir halde yallap çallap adımlarla yola devam ederken çocuksuluğunu içinde taşıdı yinede. Bunu ufak ufak yoldan sapma adımlarla, yan yürüme ve zıplama çabalarıyla da sergiler. Fakat her sergilediğinde de omzu sıkıldı, canı yandı.  Kızdı biraz, gözünden bir iki damla da yaş geldi. “Anne…” diyecekti diyemedi.

Adnan odaya girdiğinde büyülenmişliği doruğa çıktı. Oda tıpkı Helin’in anlattığı gibiydi; yerde oyuncak parçaları vardı, duvarları duman grisiydi en koyusundan.  Hatta kokusu da öyleydi… Hemen kendini aydınlık odanın taş beton zeminine attı ve parçaları kendine doğru çekip oynamaya başladı. El onu hiç zorlanmadan bırakmıştı ve çocuk bunun hiç sorgulamamıştı neşeli şaşkınlığı yüzünden. Küçük parçalarla oynarken zorlanmaya başladı. Terledi, yoruldu; terini eliyle yüzüne sürdüğünde bir tuhaflık hissetmeye başladı yüzünde. Yapışkandı sanki yüzü. Parçaları tutup birleştirirken zorladığı için korkma ve bu yüzden de gözleri yaşarmaya başladı. Gözyaşlarıyla dolan gözleri büyüyü bozup gerçeği göstermeye başladı ona. Elindeki ve etrafındaki bütün parçalar gerçek makine parçalarıydı ve bulunduğu oda da bir tamirhaneydi. Biraz ileride krom kaplı bir parçada yüzündeki siyah yağ izlerini gördü ve feryat eder gibi “Anne!..” dedi, yerinden kalkmaya çalıştı. Tam doğrulurken omzunda güçlü bir baskı hissetti. El onu yere çöktürdü. Adnan’ın küçük bedeni sarsıla sarsıla ağlarken aklına hikâyeden, “Hayatları sıfırlanmış çocukların; oyun hikâyesi…” Sözleri annesinin sesinden yankılandı. Tamirhanenin kepenkleri aralandığında sızan ışık çocuk için kalan son büyüyü de yıktı geçti. Kıvılcım çıkaran aletler kaynak makinesine, oyun alanı olarak gördüğü yerlerde çeşitli tamir alanlarına dönmüştü. Adnan, dalgın yaşlı gözlerle omzunun ardından açılan kepenge bakarken güçlü bir bağırış onu daldığı gerçeklikten daha bir gerçekliğe zıplattı, “paspası al ve yerleri sil!” Adnan korku içinde boyu kadar paspasın sapını tutup güçlükle iterken su birikintisinde tekrar yansımasını gördü. Neşeli çocuk artık neşeli değildi ve Adnan o birikintiyi paspasla dağıtıp silmeye devam etti.

Bir yorum

Bir cevap yazın