GÖZLERİN DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR
-Hadi, son bir tane lütfen, benim için sonuncu olur belki
-Lütfen böyle konuşma.
-Tamam tamam. Ama sen de nazlanma işte.
-Elimi tut…
“Ne kadar sıkı tutsan da elimi,
Sanki kanatlarını açmışsın artık.
Ne bu acelen kim çağırıyor seni,
Sen dünyadan geçmişsin artık. ”
-Yapma lütfen
-Eh, tılsımım sönüyor ne bekliyordun ki?
-Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?
-Sanırım senin aksine ben, vazgeçemeyeceğin şeyler verememişim sana.
-Çektiğim acılar senin için kafi değil mi? Bak cezamı çekiyorum işte…
-Tamam tamam bir süre ara veriyorum.
– İnsan kaynaklarındaki kızla randevun yok muydu senin? Neydi adı?
-Ha ha! Karşı atakların yersiz. Boşuna uğraşma.
-Yastığımı kaldırır mısın? Sırtım ağrıdı, bir de hemşireyi çağırır mısın?
-Hemşire mi? Neden?
-Hemşiremi özledim canım. Günde beş kere görmezsem yaşayamıyorum!
-Tamam kızma gidiyorum.
Odadan çıktı Murat, hemşireyi çağırmaya gitti . Hemşireyle falan ilgisi yoktu aslında. Ağlayacaktı Ferda, biliyordu. Hep yalnız ağlardı. Beraberken de öyleydi. Odasına kapanır doya doya ağlardı bazen. Sebepsiz yere içinden bir şeyler fışkırırdı. İki yıl önce akciğer kanseri demişti doktor. Sadece bir öksürüktü oysa. Altı ay diye de randevu vermişti ölümle. Adamın yüzü o kadar soğuktu ki boğazını sıkmak istemişti Murat. Sonra kim bilir günde kaç kere böyle açıklamalar yapıyordur diye hak verdi doktora. O an elini bıraktı Murat’ın Ferda. Doktorun odasından çıkıp gitmişti. Aynı gün evi terk etmiş, bir daha görüşmeyelim demişti. Yirmi sekiz yaşındaydı sadece Ferda.
Savaşlar içinde geçen kısacık ömründe ilk darbe altı yaşındayken annesinden gelmişti. Dört yıl sonra da babası bırakıp gitmişti Ferda’yı. On yaşında teyzesi almıştı yanına. Yapayalnız bir kadındı. Annesinden yirmi yaş büyük kadın yalnız ölmek istemiyordu sanki. Parası falan yoktu. Tek oda bir evde yaşıyorlardı. Liseyi bitirir bitirmez açık öğretim okumaya başlamıştı. Uluslararası ilişkiler… Garsonluk yapıyordu. Her sabah aynada tek bir şey dökülüyordu dudaklarından. “Niye yaşıyorum ki?” hemen ardından yapıştırıyordu cevabı “Bulacaksın”. Bulmuştu. Okul bitince bir firmada işe girdi. Muratla tanıştı. Görür görmez vurulmuştu işte. Kaçışı falan yoktu. Onun yumuşacık kalbi, sarılıp uyuduğu yastığı gibiydi. Her sabah hiç vazgeçmeden iki-üç dize bırakıyordu çocuk Ferda’nın masasına. Murat’ın fazla sebebe ihtiyacı yoktu. Ferda’nın masmavi gözleri yetmişti. Çok sürmedi, bir yıl sonra taşınmıştı Ferda Murat’ın yanına.
Hemşireyi bulup getirdi Murat. Odaya girdiklerinde Ferda kan kusuyordu. Hemşire acil yardım butonuna bastı. Murat’ı apar topar odadan attı. Zilin bağırtıları güvenlik görevlilerini getirdi odaya… Murat’ı tuttular kollarından… Hastanenin dışına sürüklediler. Murat anlam veremedi hiçbirine.
“Ferda’mı görmek istiyorum, Ferda’mı görmek istiyorum” diye bağırıyordu. Almadılar içeri Murat’ı
Bahçede bir ağacın dibine çöktü Murat.
Çok geçmeden bağırtıları duyan bir hemşire geldi. Murat’ın yanına çöktü.
Murat görür görmez tanıdı hemşireyi. Ferda ile ilgilenenlerden biriydi. Hemşire elini tuttu Murat’ın.
“Murat, iyi misin? ”
“Ferda’m içerde. beni dışarı attılar.” dedi Murat. Çocuk gibi ağlaya ağlaya.
“Ferda içeride değil Murat. Bir yıl önce öldü O. Bir yıl oldu. ”
“Nasıl? Az önce içerideydim. Elini tuttum, ona şiir okudum ben.”
“Hayır Murat. Sen Ferda’nın öldüğü odada boş bir yatağa şiir okudun.” dedi hemşire. İlk değildi bu. “Yardıma ihtiyacın var Murat, lütfen birileriyle görüş, Ferda öldü. Vazgeç artık.”
Ayağa kalktı Murat, gözlerini silmeye çalıştı. “Ferda… ” dedi.
Hastanenin kapısında ayakta, gözleri yaşlı duruyordu Ferda. Ağlıyordu. Sadece Murat’ın gözlerinden görülebilen Ferda;
İyileşmişti, dimdik ayaktaydı, bir savaşı daha kazanmıştı işte.
İlk defa ağladığını görüyordu Murat, Ferda’nın.
“Gözyaşların ne ki, Gözlerin düştüğü yeri yakar Ferda” dedi. Gözyaşlarını sildi.