Hikaye

KISIK ATEŞTE ON BEŞ DAKİKA – DUYGU FIRTINA

Aman da aman hava bugün pek güzel! Baksanıza şakır şakır yağmur yağıyor. Haberlerde “kötü hava şartları” diye bahsedilir ya yağmurdan, al o spikeri bir temiz döv! Kime göre, neye göre “kötü hava”? Şahsen benim için en güzel hava yağmurlu olandır, hele sonunda ebemkuşağı kendini gösterdi mi değmeyin keyfime. Saatimize bir bakalım… On dokuz geçiyor. Kaçı on dokuz geçiyor acaba? Bütün bu insanlar sanki yapmaları gereken çok mühim işleri varmış gibi koşturduklarına göre, hımm… Altıyı? Yediyi mi yoksa? Belki de sekizi… Dokuzu da olabilir bak… Amaaaan canım neyse ne… Bu bahçedeki şu bankta ne vakit oturup insanları izlesem, hepsi sürekli bir yerlere koşuyor zaten. On dokuz da geçse, otuz beş de geçse,  kırk bir de geçse koşuyorlar. Hatta bugün daha hızlı sanki. Yoksa… yoksa yağmurdan mı kaçıyorlar? Yok artık daha neler! Yağmurdan kaçılır mı hiç? Berekettir efendim bereket, huzurdur yağmur!

Şu sarışın kadın bana mı gülüyor? Bana öyle geldi herhalde, bakayım… Evet evet, bal gibi de bana gülüyor; pis pis sırıtıyor bizzat göstermek ister gibi. Bir şey mi oldu hanımefendi? Hayır mı? E bana bakıp bakıp gülüyorsunuz deminden beri? Kendi kendime konuşuyorum? Yok canım, sesli düşünüyorum ben. Nasıl? Asıl siz delirmişsiniz, şemsiyenizden belli! Saat? Hemen bakıyorum… Yirmi üç geçiyor efendim. Evet evet yirmi üç, az evvel on dokuzdu çünkü. Yoo hayır neden alay edeyim hanımefendi, herkesi kendinizle karıştırmayın rica ederim. Diyecek bir şey bulamayınca koca poponu sallaya sallaya gidersin öyle, güya beni eğlence malzemesi yapacaktı kaltak! Kocan eğlendirsin seni, kavun popolu kadın! Eline de şemsiyesini almış sıkı sıkı tutuyor, sanki şekermiş de eriyecekmiş gibi. Ben kendimi, düşüncelerimi zar zor taşırken bu insanlar yanlarında şemsiye taşıyor, pes! Oysa yağmurda bir kere ıslanmazsan kuru kuru yaşarsın bu hayatı, gel de anlat kavun popoluya!

İşte bu kez de bir adam bana doğru geliyor. Eminim o da saati soracak, geldi mi arka arkaya gelirler zaten! Saati sormak için gelmiyorsa ben de bir şey bilmiyorum. Şunun göbeğine bak, bu bahçe kadar var. Kağıt gibi ütülü gömleği giydin, üzerine lacileri çektin diye görmedim sanma. Dur bakayım… ağzında da pipo varmış, iyice yaklaşınca fark ettim. Zengindir belki, yani ne bileyim öyle olur ya filmlerde falan… Hemşehrim? Sana da merhaba hemşehrim. Bakayım… yirmi altı geçiyor hemşehrim. Ne dalga geçmesi hemşehrim? Dalga denizde olur hemşehrim. Neden küfrediyorsun hemşehrim? Kalıbından, bahçe kadar göbeğinden utan hemşehrim. Tamam, bir daha sana “Hemşehrim” demem hemşehrim. Zaten sen başlatınca ben ondan şey ettim hemşehrim. Al işte, demedim mi saati soracak diye! Yoksa… Yoksa saatimin akrebini bu haydut mu yürüttü? Evet evet, ben yağmuru izlerken daldığım bir an usulca gelip lacisinin cebine atıverdi! Bir de horoz gibi kabarıyor bana koca göbek, hey bana baksana sen! Bu saat bana dedemin yadigarı, antika değeri var. Satsam seni ve bütün sülaleni satın alırım, anladın mı Bay Pipo? Gerçi saate dokunmayıp salt akrebini n’apacak ki? Off, şu bankta iki dakika huzur yok bana; ya da kaç dakikaysa işte, hesaplayamıyorum ki… Şu yelkovanın hüznüne bak, resmen içim burkuluyor. Kanadı kırılmış ya da eşini kaybetmiş kuşlar gibi yapayalnız, bir ümit yaverini arıyor. Ahh bu yelkovan beni mahvediyor efendim, yağmurlu havalar gibi…

O da ne? Ah seni hınzır velet, şapkamı getir çabuk! Yağmurla ilgisi yok, baba yadigarı fötr şapkam o benim, o yüzden derhal getirmen gerekiyor. Kime diyorum ben? Şuna bak bir de dil çıkarıyor, vallahi koparıveririm senin o dilini! Sonra ekmeğin arasına koyup afiyetle yerim de bir gıdım üzülmem. Yakalasanaaa yakalasanaaa, derken? Oldu paşam, bu yaştan sonra peşinden koşacaktım bir de! Hadi ver artık şu şapkayı, sana babamdan yadigar diyorum anlamıyor musun? Hay aksi… Önce dedemin verdiği cep saatinin akrebi düşüp kayboldu; şimdi de bu horoz şekeri kafalı çocuk babamın fötr şapkasını aldı, vermiyor. Babam ve dedem öte dünyadan gelip bu yağmurda ıslanan ne kadar odun varsa hepsiyle beni bir temiz dövseler, hakları var. Kendimi hiçbir zamana ve mekana, hiçbir metaya ait hissetmek istemiyorum desem onlara? Hoş istesem de olmuyor, her gün on beş dakika oturup hayatı anlamaya çalıştığım şu bankı bile özlemiyorum desem? Sonra küfrü bassalar! Ne mirasına sahip çıkabildin, ne evlenip çoluğa çocuğa karışabildin derler kesin. Yağmur huzur ve berekettir dedin dedin de, bir kendin nemalanamadın o huzur ve bereketten eşek oğlu eşek de diyebilirler.

Aman daha fazla kızdırmayalım onları, gel buraya seni hain tıfıl! Bak ona kadar sayacağım. Şapkamı getirirsen dile benden ne dilersen, söz sana çocuk! On, dokuz, sekiz… işte yaklaşmaya başladı. Yedi, altı, beş, dört… mesafe giderek azalıyor. Üç, iki, bir… affferin sana çilli horoz! Saçlarının ön kısımları horoz ibiği gibi dikilmiş, annen ne sürdü acaba? Cele mi? Ayy hiç güleceğim yoktu, cele ha? Ayy gülmekten altıma yapacağım şimdi, seni de güldürsünler çocuk e mi? Söyle bakalım cele ibikli horoz şeker oğlan hazretleri, saat kaç? Ne demek bilmiyorum? Kolundakinin bilezik değil saat olduğunu pekâlâ görebiliyorum. Bozuldu mu? Demek tamir edilmesi gerekiyor? Tut ki tamir edilmedi, seninki her hâlükârda günde iki kerecik de olsa doğruyu söyler. Benim saatimin doğru mu yalan mı söylediği bile belli değil. Devamlı bir şeyler söylemeye çalışıyor ama anlayan beri gelsin! Efendim? Elbette sözüm söz, şapkamı verdiğine göre horoz şeker kafalı küçük bey, şimdi söyleyin bakalım sizin için ne yapabilirim? En çok ne seversiniz? Bisiklet mi? Sizin evin karşısındaki dükkanda satılıyor öyle mi? Demek sarı tekerlekleri, ördek gibi ses çıkaran bir kornası var? Ne yalan söyleyeyim, ben en fazla çikolata, krik krak falan istersin sanmıştım. Gerçi şapkanın kıymetini düşünürsek sen az bile istedin. Ne kadar mı? Bilmiyorum ama babam çok kıymetli diyordu. Saat mi? Onun da ederini bilmiyorum aslına bakarsan ama o da pek kıymetliymiş, vallahi ben de dedemin yalancısıyım. Amaaan neyse ne, götür bakalım beni söylediğin bisikletçiye! Bakarsın kendime de alırım şöyle kırmızı bir tane… Sarı da olabilir. Yok yok turuncu olsun! Selesine de elmaları portakalları doldururuz, ondan sonra yokuş aşağı vuuuuuuy!

Dükkan kapanmadan gitmemiz gerek, saatimize bir daha bakıyoruz. Otuz dört geçiyor. Bisikletçi kadınmış hem de genç ve güzel bir kadın, enteresan. Merhaba kızım, şu horoz oğlana bisiklet alacağız, kornası ördek sesi çıkaran sarı tekerlekli bir bisiklet. Ne demek hangi çocuk? Güzel kızım, şurada durup bisikletlere hayranlıkla bakan çocuğu görmüyor musunuz? Çocuğu geçtim, saçlarını da mı görmüyorsunuz? Horoz ibiği gibi yapmış annesi bir de şey sürmüş… Neydi, hah cele cele! Ayy gülmekten öleceğim yine. O beyaz gömlek de neyin nesi? Neden giymem gerekiyormuş? Hayır efendim hiç gerek yok, benim yeterince gömleğim var zaten; kışlık, yazlık, renk renk, desen desen gömlekler… Ama bakın zorla giydiriyorsunuz şu an, üstelik de tersten! Ben size bir giydirirsem ömrünüzün sonuna kadar unutamazsınız hanım kızım. Siz kimsiziniz ayrıca? Hemşire? On beş dakikalık bahçe iznim bitti, koğuşa gitmem gerekiyor? O lacili herif de girecek ama değil mi, bahçe göbekli olan? Bir de kavun popolu kadın, böyle bana iiii diye pis pis sırıtan? O zaman mesele yok. Tek mesele, saatimin akrebi nerede? Şu heykel adam mı aşırdı acaba bir sorsak? Çünkü düşünüp duruyor ben buraya geldiğimden beri, düşün düşün çoktur işin. Belli ki bana ne açıklama yapacağını tasarlıyor. Hayır efendim, o sorguya çekilmeden ilaçlarımı almıyorum! Son sözümdür, teşekkür ederim. Neee, kuru iftira! Doktorun fötr şapkasını izinsiz almışım? Yemeyip içmeyip hangisi yetiştirdi? Ben kavundan şüpheleniyorum, ne de olsa adam pipo falan içiyor, hani filmlerde o… Amaaan, alın şapka da sizin olsun, gömlek de, bank da, bahçe de, bu lanet bina da sizin olsun! Hayır, o yatağa bağlanmak da istemiyorum, böcek gibi hissediyorum sonra! Hayal dünyama ilişmeyin, kâfi. Onun dışındaki hiçbir şeye, ama hiçbir şeye ait de-ği-lim! Tüm kavramların uzağındayım bilinmeyen bir zamandır. Üstadın dediği gibi; ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında… Peki ya siz? Sizin akrebiniz kaçı gösteriyor?

"Mançoliçe" / sonsuza dek BARIŞ / 12.11.1985 / Dante gibi / Bandırmalı'yız beyaaa / şampiyon BJK / Darülfünun / "örtmen" / 90'lar profesörü / Suriçi aşığı / tiyatrosever / musikişinas / "Mizah, en iyi savunma mekanizmasıdır."

Bir cevap yazın