Okumayı isteyip de okuduktan sonra neden erteledim diye sorduran kitaplardan biri oldu ‘Damızlık Kızın Öyküsü’
Geçen yıl James Rhodes’e ait ‘Enstrümantal’ isimli kitabı okurken dehşete kapılmıştım, midem bulanmıştı. Bir çocuk bütün bunları nasıl yaşayabilir diye.. Günümüz gibi, günümüzdeki gibi… Bir kadın, bir çocuk, bir hayvan..! Kimin kime gücü yeterse! Kim kendini daha güçlü görürse! Peki kim bu kendini güçlü gören?
Erkek!
Kendini ‘erkek’ sanan yaratıklar!
Beni bu kitapta dehşete düşüren şey neydi? Beklediğim gibi kadınlara karşı tutum! “Biz iki bacaklı rahimleriz hepsi bu” yazılı arka kapakta ve kitabı araştırdığımızda da karşımıza ilk çıkan cümle bu yine! Kadınlar, kadınlar, kadınlar!! Günümüzdeki gibi, kadının adı yok artık. Bir nesne olarak görünen kadınlar var birçoğunun hayatında! Kimine göre dış görünüşüyle göz dolduran bomboş kadınlar, kimine göre dopdolu kadınlar, kimine göre doğurabilen kadınlar! Hep bir şeyler beklenen ‘insan’ aslında sadece kadınlar da! Tek görevleri doğurmak ya da karşı cinsin istediği şekle bürünmek zorunda olmayan İnsanlar! Derken kitaptaki şu cümle geliyor aklıma; kimileri umutsuzdu, zayıflamak için kendilerini açlığa mahkum ettiler, ya da silikonla şişirdiler göğüslerini, burunlarını kestirip biçtirdiler.’ Bir jinekoloğun yazısında okuduğum birkaç satır bile bu kitabı sorgulamamda yardımcı oldu. Henüz ergenliğinin başında yaşadığı travma sonucu erken menopoza giren bir genç kızın bu durumu sınav stresine bağlamak istemesi, içinde bulunduğu toplum baskısı, kadının bir kez daha kendini iki bacak, bir rahimden başka bir şey göremediğinin açık bir örneği gibi değil mi?
Kitabı okurken günümüzde neredeyse her gün bir şekilde tanıklık ettiğimiz, kadınlara haince tecavüz edip, akıl almaz bir şekilde hayatlarına son veren ve kendini ‘erkek’ ilan etmeye çalışan yaratıklara, henüz ergen bile olmayan çocuklarını satan lafta anne babalara, kadınları ezmeye çalışan yönetimlere lanet ettim bir kez daha!
Feminist distopya türünde bir roman bu. Fakat arka kapaktaki şu cümle yine düşündürüyor insanı; bütün distopyalar gibi geleceğe dair bir paranoyayı değil, içinde yaşadığımız gerçeğin ta kendisini dile getiriyor.
Her şeyin normal olarak devam ettiği bir ülkede, bir gün içerisinde, evet sadece bir gün içerisinde bir rejim yönetimi ele geçiriyor. Kadınlar çalışırken birdenbire işlerinden oluyor, banka hesaplarına el konuluyor ya da aileden bir erkeğe devrediliyor. Kadının toplum hayatında hiçbir yeri kalmıyor. Sadece doğuran bir varlık olması dışında! İsimlerinin sonlarına aitlik ekleri geliyor mesela anlatıcımız “Fredinki” gibi. Sadece belirli işleri seçme hakları var ki bu işler kolonilere gönderilmek (güçsüz ve doğuramıyorsa), hizmetçilik, fahişelik gibi. Doğurabilir durumda, sağlıklı olanlar ise komutanlar gibi üst tabakadaki eşlerin damızlık kızları oluyor. Bu rejimle birlikte sağlıklı olan, yürüyebilen rahimliler aylık doğurganlık muayenesine gitmek zorunda ve eğer eşler ‘hamile bırakma işini’ beceremiyorsa muayene sırasında bu iş için teklifte bulunan doktorlar bile çıkıyor! Mide bulandırıcı! Kadın karşı koyarsa ‘iş görmez raporu’ alacağı için ya doktoru kibarca ‘erteleyecek’ ya da teslim olacak. Aşık olma, sevme hatta kendine bakma hakkı yok! El kremi bile lüks çünkü damızlık kız bakımlı olursa eşin kalbini çalabilir! Giydikleri kıyafetler bile bulundukları konuma göre sınırlı. Mavi, yeşil, kahverengi ve damızlık kızlar için sadece Kırmızı. Kırmızı elbise ve kanat adı verilen beyaz başlıktan ibaret damızlık kızlar! Kor-kunç!
Bir kadının artık kendi bedenim üzerindeki tüm haklarımdan feragat ediyorum demesi kadar çaresiz bir şey olamaz sevgili hemcinslerim, bunu okurken bir kez daha anladım! Lanet olsun böyle topluma, toplumlara, yönetimlere, rejimlere, zihniyetlere! Her an bir sürü anlam yüklenebilecek ‘ne kadar da yaşadığımız erkek egemenleştirilmeye, muhafazakarlaştırılmaya çalışıldığımız toplumun sonunu gösteren bir kitap gerçeğini yüzümüze vuracak, sindirilmesi güç bir kitap.
Kadın, erkek, genç, yaşlı herkes okumalı ve sorgulamalı. Haklarımızın korunduğu nice güzel yarınlara!