Hikaye

RAMAZAN AMİD – PINAR AKSU ERTAŞ

Polis minibüsü sabahın ilk ışıklarıyla gri büyük demir kapının önünde Marmara Denizi’ni arkasına alıp durdu. Kapı gürültüyle açıldı hastaneye  girdi.

Burası hep deniz kokar. İyot, burada kesişen hayatların ortak kokusudur.

Polis elindeki evrakı nöbetçiye imzalattı, minibüstekileri indirip gitti.

Otobanın yorgunluğu, nezarette geçen uzun gecenin ağırlığı üstlerinde olanlar bahçedeki iskemlelere çöktü.

Çoğu temiz çıkar bunların, daha geçen hafta buradaydılar.

Yalnız bir tanesini ilk kez görüyorum. Çok genç… Daha çocuk bu…

Yanında müdavim Özlem anlatıp duruyor yeni yetmeye, kolunu da omuzuna koymuş.

Demir kapı aralandı. Çalışanlar mesaiye gelmeye başladı.

Mesut Bey her zamanki saatinde kapıda göründü.

Bahçedekiler hep bir ağızdan bağırdılar.

“Günaydın Mesut abi!”

Onu tanıyorsanız ifadesiz ve gülmeyen bir yüzün selamını da anlarsın. Bahçedekiler de tanıyordu zaten, gizli selamı aldılar.

Mesut Bey deniz manzaralı odasına geçti, ceketini itinayla astı, formasını giyip kravatını düzeltti. Bağış makbuzlarını masasının kilitli çekmecesinden  çıkartıp, masasına oturdu.

Bahçedekiler çoktan odasının önünde sıraya girmişlerdi.

Kapı önünde bekleşenleri sırayla almaya başladı.En son Özlem yeni yetmeyi elinden tutup içeriye girdi.

“Mesut abi günaydın, nasılsın abi?”

“İyiyim… Bu ara çok sık görüşüyoruz Özlem.”

“Söyledim Muhittin abiye, abi ben temizim geçen hafta  Cancan’daydım dedim ama dinletemedim, topladı bizi.  Bir de yanımda bu var. Bu oğlanı da kayda geçirdi.Bırak eve gitsin yapma abi bak bir anlatayım dedim ama nafile. Dinlemedi, bindirdi minibüse”

Uzun siyah saçları dağınık, uykusuzluk yorgunluk sarmış sarmalamış  yüzünü, geceden kalma makyajı ve ruju solmuş.

Solanlara inat gözleri parlayarak, yeni yetmeye baktı.

“Tanıştırayım abi Ramazan. Bu benim oğlum. Abi bunu dört sene evvel Tarlabaşı’nda buldum. Biliyor musun, benim köyümden…”

Mesut Bey kafasını kaldırdı, baştan aşağı Ramazan’ı süzdü.

Yeşil gözlü, esmer, uzun boylu… Bebek yüzlü, yeni yeni sakalları çıkmış. Yakışıklı… Ellerini önünde birleştirmiş yere bakıyor. Mahcup ve naif… Titriyor…

Mesut Bey onun buraya ait olmadığını düşündü bir an… Vazgeçti…

Yirmi beş senedir tüm cinsiyet geçişlerinin en sadık izleyicisiydi.  Belli olmaz aşama aşama bununkini de izleyebilir. Yine de bir tereddüt kaldı içinde.

Özlem’in gözleri daha da parladı.

“Abi ben bakıyorum dört senedir, annesi oldum Ramazan’ın. Her türlü yoldan geçtik, sen gördün abi ne çileler çektik. Sonunda döndük. Ama çocuğa çare yok, bulamadılar. Anne olmak istiyorum. Ben buldum işte çaresini, oğlum bu benim.”

Odayı çınlatan çok abartılı bir kahkaha attı.

Mesut Bey, başını makbuzlardan kaldırıp ters ters baktı, Özlem hemen toparlanınca, makbuzlara geri döndü.

Özlem neden burada olduğunu hatırlayıp hemen yere kadar eğildi. Üzerine yapışan kaslı kollarını geniş omuzlarını açıkta bırakan askılı, silikon göğüslerini ortaya çıkaran derin v yakalı siyah uzun elbisesini, iri elleriyle yavaş yavaş yukarıya toplayıp, doğruldu. Külotunun içine uzun iri parmaklarını sokup parasını çıkardı. Eteğini yine yavaş yavaş indirdi. Parayı saydı, bir miktar uzattı.

“Buyur Mesut abi benim bağışımı.”

Mesut Bey makbuzları bırakıp, masaya uzatılan  parayı saydı.  Her zamanki ciddiyeti ve soğukkanlılığı ile, başını masadan kaldırmadan ağır ağır bağış makbuzunu yazmaya koyuldu.

Özlem aynı şekilde parasını yerine koydu. Anlatmaya  devam etti.

“Evet abi bizim köyden Ramazan. Yaktılar bizim köyümüzü, babası o yangında sizlere ömür. Yedi kardeşler…Dört abisi dağa çıkmış, bu ufak kızlarla evde kalmış. Baba da ölünce amcası, anasını imam nikahıyla almış. Bir yandan da bu sübyanla oynamaya başlamış. Ana tarlada, kız bebecikler beşikte, amca bunun üzerinde. Çocukluk böyle geçmiş abi…”

Neredeyse soluksuz sürdürdü sözlerini.

“Okumuş abi, Lice’de liseye bile gitmiş bir sene. Amca oraya da dadanmış. Kimseciklere anlatamamış.  Dayanamamış… Almış nüfus kağıdını kaçmış İstanbul’a.

En çok da kızları özler, kaç senedir bitmedi kâbusları. Sürekli amcasını, kızların üzerinde görür rüyalarında, öyle bir halde uyanır ki acırsın abi.

Köyden tanımam bunu, babasını bilirdim. Ben çıktığımda iki yaşındaymış. Vallahi bunun yaşında çocuğum olurdu benim.”

Mesut Bey arada yazıp çizmeyi bırakıp Özlem’e bakıyordu.

“Liseyi benim yanımda bitirdi. Çok çalıştı, üniversite sınavına da girdi. Derece yapacak biliyorum. Çok okur çok. Yalnız çok meraklıdır. Bütün Dünya’yı her şeyi ama her şeyi merak eder bu. Seninle işe gideceğim diye tutturdu. Merak ediyormuş. Gördü göreceğini…

Yeni gelmiştik çevre yoluna, kaptı Muhittin abi. Ona da anlattım nezarette. Çalıştırır mıyım ben bunu, yok öyle bir durumu abi, okuyacak bu.  Meraklı..Görmek istedi. Böyle anlatınca Muhittin abi, bu da ona ders olsun, gördü işte, çok meraklı olmasın, insanın başına ne gelirse ya meraktan ya da yarraktan demez mi?

Daha on yedi yaşında abi. Nezaretteki korkusu yetti ona, bir daha değil benimle gelmek, gece sokağa bile çıkamaz. Bir görsen bütün gece tir tir titredi.

Ben de korkmadım desem yalan olur, elimden alsalar ben ne yaparım? Sağ olsun Muhittin abim. Okuyacak abi bu, okutacağım oğlumu.”

Gözleri ışıl ışıl Ramazan’a baktı.

“Anasının iş yerine ziyarete gelmiş olsun Mesut abi.

Ramazan’dan bağış almasan?”

Mesut Bey bağış makbuzunu uzattı, Özlem iri elleriyle kıvırıp sutyeninin içine yerleştirdi.

“Nüfus kâğıdı var mı Ramazan’ın?”

“Bir tek nüfus kâğıdı var abi, başka hiçbir şeyi yok.”

Ramazan boynunu yere eğmiş, titreyen elleriyle cebinden nüfus kağıdını çıkarıp Mesut Bey’e uzattı.

Mesut Bey inceledi.

“Diyarbakır Lice Daralan Köyü”

“Evet abi, çok güzeldir köyümüz.”

“Tamam Ramazan Amid, al bakalım nüfus kağıdını, kanınızı verebilirsiniz.”

“Sağ ol Mesut abi, Allah razı olsun senden.

Takip et bak benim oğlan derece yapacak.”

Ramazan kafasını yerden kaldırıp Özlem’e baktı, Özlem kafasıyla kapıyı işaret etti.

Çıktılar…

Laboratuvarda kanlarını verip bahçede beklemeye başladılar.

Büyük gri demir kapının arkasından polis siren sesinin duyulmasıyla, kapı gürültüyle açıldı yine.

Polis arabası içeriye girdi.

Kadın polis bir koluyla kundaklı bir bebeği sarmalamış, diğer elinde de bir evrakla arabadan indi.

Özlem kucaktaki bebeğe odaklandı. Oturduğu  yerden kalkıp, kundağa doğru heyecanla yaklaştı.

“Polis abla kimin bu?”

“Bilmiyoruz, dün gece çöp bidonunun yanında bulunmuş, HIV testine getirdik.”

“Allah belasını versin bunu bırakanın, biz ömür boyu kucağımıza bir bebe alma hayalini kurduk.

O, çöpe mi bırakmış polis abla?”

Özlem iki kolunu gökyüzüne açıp haykırdı.

“Hey güzel Rabbim adalet mi bu? Ben de kulunum. Bana vermedin o karıya verdin, çöpe bırakmış çöpe.”

Sonra yalvarırcasına baktı kadına,

“Bana verin Polis abla ben bakarım, yemin billah bakarım. Bak bir oğlum var benim aslan gibi..

Bu bebeciğe de bakarım. Koynumda büyütürüm onu. Çok istiyorum polis abla.

Ayda bir getiririm size kontrol edersiniz. Yanlışım olursa geri alın.

Neyse şartınız kabulüm, lütfen bana verin. İnan çok iyi bakarım ona.”

“Saçma sapan konuşma, Çocuk Esirgeme Kurumu’na gidecek bu”

“Yapma ablam ya yapma, benden iyi anne bulamazsınız ona”

Polis laboratuvara doğru yürüdü.

“Kız mı erkek mi onu söyle bari polis abla”

Kadın polis laboratuvar kapısından tebessüm ederek seslendi.

“Erkek, hem de sünnetli doğmuş kerata”

O bebenin hayatı, gözünün önünden kendi hayatına özdeş geçip gitti.

Kifayetsiz sevgi biçilen hayatlara olan öfkesi gözyaşı olarak akarken, geceden kalma rimeli yorgun yüzünde iyice dağıldı.

Ramazan’a sarıldı.

“Seni hiç bırakmayacağım, sen de beni bırakma e mi?”

Bir cevap yazın