KİMİN NESİ, NEYİN FESİ BU ŞEYTAN?
Otuz beş yıldır Heavy Metal dinliyorum, bir o kadar yıldır da çevreme sürekli satanist olmadığımı, kimseyi kurban etmediğimi, hiç kedi kesmediğimi, dişlerimle yarasa kafası koparmadığımı anlatmaya çalışıyorum diyebilirim.
Özellikle 1990-2000 yılları arasında tırmanan satanizm korkusunu en iyi tahlil edebilenlerden biriyim sanırım. Kişilik ve ergenlik bunalımını dibine kadar yaşayan birkaç gencin, yurt dışından ithal ettikleri satanist ayinler ortalığı biraz karıştırmış, çok büyük paniğe neden olmuştu. (Oysa o dönemde aileler çocuklarının çeşitli “hocaefendi” tarikatlerine kapılanmalarından daha çok endişe etmeliydiler.) Bu ayinlerde birkaç genç insanın öldürülmesi durumun iyice içinden çıkılmaz bir hal almasına neden oldu ve kabak rock dinleyenlerin başına patladı. Ancak her şey başladığı gibi bitti. Çok satanist yoktu, insanlar cinayetlerden korkmuştu vesaire.
Bu uzun girizgâhı neden yazdım? Ne ilgisi var değil mi bunların genç yazarlarla? Hemen açıklayayım: Berkan M. Şimşek’in Alfa Yayınlarından çıkan Canım Şeytan kitabına geçiş yapacağım çünkü.
Önce yazar hakkında biraz bilgi vereyim: Yazarımız 1991 doğumlu. Boğaziçi Üniversitesinde tarih okumuş. Yazma eylemine de pek erken başlamış doğrusu. Dergiler yayınlayıp editörlük yapmış. İlk romanı Leopold’ün Sabunu 2017’de Dünya Kitap Polisiye Teşvik Ödülü’ne layık görülmüş. Ben kendisini Storytel Orjinal Kitapları serisinde, BKM Mutfak ekibinden tanıdığımız Murat Eken’in seslendirdiği “Şaklaban” eseri ile tanıdım. Tanıdım demek biraz hafif kaldı. Dinlediğimde âdeta çarpıldım. Bir ara “Acaba reenkarnasyona inanmalı mıyım? Kafka geri mi döndü, ne oldu?” dediğimi bile hatırlarım. Bu eserden biraz bahsederek devam etmek isterim: Aynı şirkette çalışan ve sadece hafta sonu sevdikleri şeylere zaman ayırabilen bir grup genç arkadaşın yaşadığı bir maceradır bu. İçinde her şeyden biraz vardır: Cinayet, sürekli kahramanlarla seyahat eden bir ceset, cesedin üvey kızları, falcılar, düzenledikleri film festivali ile çaktırmadan para kazanan ve hatta aklayan insanlar… Tüm bunlar olup biterken de ülkenin en sevilen dizisi Şaklaban arka planda oynar durur.
Beni en çok etkiyen de arka planlar olmuştu. Dizinin bölümleri ile olayların yaşanışı arasındaki bağlantı, kimsenin kimliğini bilmediği gizemli oyuncu Şaklaban’ın polisiye olayları çözmekteki başarısı, çok popüler bir o kadar da şişman oyuncu Saniye’nin varoluş mücadelesi ve hepsinin ardında, Kafka’nın Şato’su gibi yükselen büyük bir şirket. Yazar şaklabanlarla dolu bir medya ortamında, şaklabanlıkları alkışlayarak var olduğumuzu hissettirir bize.
Berkan M. Şimşek, Şaklaban’dan sonra okuyucuyu (ya da dinleyiciyi mi demeli?) paranoya ile hemhâl eden ikinci bir sesli kitap yazdı: Dünyanın Muhtemel Sonları.
Şaklaban kadar uzun ve dallı budaklı olmayan bu kitap, komplo teorilerine ince ve alaycı bir selam çakarken bir yandan da bel bağladığınız tüm gerçekleri alt üst ediyor.
Gelelim bu yazının odağına. Berkan M. Şimşek’in son romanı Canım Şeytan 2021’de Alfa Yayınlarından çıktı. Diğer kitapları gibi, Canım Şeytan da tam bir ironi fırtınası. Mekânın kayganlığı okuyucuyu tekinsiz bir ortama davet ediyor. Hani Haldun, Sezen, Şevket gibi Türk isimleri olmasa bu metni dilediğiniz ülkeye, hatta şu aralar pek moda olan fantastik evrene koyabilirsiniz, hiç sırıtmaz.
Kitap, Merkez’de geçiyor aslında. Merkez, zamanında büyük beklentilerle, yatırımlarla kurulmuş bir sanayii bölgesi. (Heavy Metal’in doğuşuna da ince bir gönderme) Fabrika ve tamirhanelerin kent dışında bir ortamda bulunması, kentin temiz kalması hedeflenmiş ancak ulaşım ve benzeri sorunlar yüzünden zamanla terk edilmiş. Metalci gençlik de bu bölgeye yerleşerek kendilerine bir çevre oluşturmuşlar. Merkez, zamanla kitap ve müzik dükkânlarına, barlara, lokantalara, konser alanlarına dönüşmüş. Olaylar da burada gerçekleşen bir dizi intiharla başlıyor.
Baş karakterimiz Haldun, Yeni Türkü’nün şarkısında dediği gibi, ne merkezin içindedir ne de büsbütün dışında. Nefret etmesine rağmen çok da başarılı olduğu işinden çıkar çıkmaz rahatlayıp keyif almak için Merkez’e koşar. Onun bu durumu bilen “dışarıdakiler” ise Merkez’den ticari anlamda yararlanmak üzere Haldun’dan yardım ister. Bu arada intiharlar devam etmektedir.
Her yaştan insanların bir topluluğa ait olma, kabul ve takdir görme isteği vardır. Üstelik bu durum elzemdir. Merkez’deki insanların da hayatlarının temelinde bu var. Kitapçı Şevket Abi, müziği ile korkularını yenmeye çalışan Arşidük nam müzisyen gibi karakterler, bu hisse çok güzel örnekler teşkil eder. Ama Merkez’e en çok zarar verenler de bu kişiler sanırım.
Bir de karşı grup var tabii, metalcileri ve yaptıkları müziği tehlikeli bulan, Merkez’i sonsuza dek kapatmak isteyenler. Bu arkadaşlar da romanın sonuna dek amaçları uğruna yasal olmayan yollara bile başvuruyorlar.
Roman, ayrı kollardan akıp gelen bir nehri anımsatsa da bu nehir hiç ummadığınız bir yerden denize kavuşuyor. Yazarın dört kitabını da okuyan biri olarak söyleyebilirim ki Berkan M. Şimşek bunu hep yapıyor. Okuyucuyu şaşırtıp Kramp’ın şarkısındaki gibi “Lan N’oldu derken,” bırakıveriyor.
Kitabın sonunda, olay örgüsü boyunca adları geçen Metal grupları ile ilgili bir açıklama kısmı da mevcut. Tabiri caizse hepsi uydurma isimler olmasına karşın ben bazılarının gerçek metal gruplarından esinlenerek oluşturulduğu hissine kapıldım. Mesela Herçibadabad grubu, hem ilk Heavy Metal grubu olması hem de söylenişi bakımından bana Black Sabbath’ı hatırlattı. Tabii Vaka-ı Hayriye’den kaçan iki yeniçeri tarafından kurulmuş olması dışında. Sırf bu grubun hikâyesi bile bambaşka bir boyuta açılan güldürücü ve ironik bir kapı gibi. Gerçi roman baştan aşağı bu kapılarla bezeli.
Kitabı bitirip kapadıktan sonra ünlü Türk Heavy Metal grubu Pentagram’ın da yorumladığı Âşık Dertli’nin türküsünde dediği gibi “ Telli Sazdır bunun adı/ Ne ayet dinler ne kadı / Bunu çalan anlar kendi / Şeytan bunun neresinde?” noktasına geliyorsunuz. Aslında bütün mesele insanları “bizim gibi olanlar ve olmayanlar” olarak sınıflandırma merakımız.
Berkan M. Şimşek, yaşadığı çağı ve mekânı çok iyi gözlemleyen, renkli bir şekilde tasvir edebilen bir yazar. Türk edebiyatı açısından umut vaat eden, okur olarak beni heyecanlandıran bir genç adam. Bir sonraki kitabını heyecanla bekliyorum doğrusu.