Doğduğu andan itibaren ölüdür insan benim gözümde. Çünkü ne zaman ki ilk nefesini soludu, o zaman içine çektiği havayla beraber bir leş yerleşiyor bağrına. Kişi büyüdükçe içi büyüyor ve sahip olduğu bu lanet güçleniyor. Söylemiştim, içim büyüyor. Kusmaktan alıkonulduğum birtakım öfkeler var ki içimde büyüyen o leş iliklerine kadar bundan besleniyor. Öfkemi sömürüyor. Öfkeliyim evet. Hayata öfkeliyim en başta! Burnumdan solumadığım tek bir an geçmiyor. İnsan denen leşe öfkeliyim, kendime öfkeliyim. Değiştirmeye çalıştığım, çalışmadığım, değişmesi gereken her şeye öfkeliyim. Nereden başlanır bilmiyorum. Kim öğretir bunu bana? Öğrenilir mi bu? İçimde beni oradan oraya koşturan ikilem var ya, şu ikilem… Ben neyin, hangilerinin tarafındayım bilmiyorum. İyi sandığım kötü müdür bilmiyorum. Zaten kimin nereden bildiğini de bilmiyorum. Öyle de çileden çıkaran bir karmaşa. Kafasını çevirdiğinde dikine gittiği yolda karşıdan gelen insanlar olsa; yaklaşsa, yaklaşsa, yaklaşsa… Gördüğü tüm o silüetlerin aslında kendi yüzü olduğunu anlasa insan, yine korkusuzca yürüyebilir miydi o yoldan?