Korku, insanın en temel duygularından biridir ve insana yaşadığını hissettirir. Bu tezi kendi üzerimde defalarca uygulamış biri olarak test edilip onaylandığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bazen insan, yaşadığını hissetmeye ihtiyaç duyar ve bunu sağlamak amacıyla eğlence parkları, paraşütle atlama ve benzeri etkinliklere katılır. “Bunlar heyecan ile ilgili, korkunun etkisi nedir?” diyebilirsiniz -ki buna kesinlikle katılmıyorum- korku ile heyecan, bir elmanın biraz farklı iki yüzü gibidir ve bütün oluşturur. Korkusunu kaybeden biri, heyecanını da kaybeder. Tabii ki heyecan ve korku, başka yarılar ya da çeyreklerle de bütün oluşturur mamafih benim heyecan için kullandığım en büyük argüman korkudur. Bunu sağlamak için de kitaplar ve sinema en büyük yardımcılarımdır. Bu konuda başvurduğum en büyük kaynak Stephen King’dir.
Sinema ve edebiyata ilgi duyan her müdavim, bir gün bir yerlerde King’in eline düşmüştür. Sayısız kitabı sinemaya uyarlanan, soyadı gibi korku gerilimin kralının dram türünde eserleri de vardır. Bunların en bilineni, “Esaretin Bedeli”dir. Fakat o film bir istisnadır ve genelde korkutur King.
Eserleri, edebi değer taşır mı? Bu konu tartışma yaratsa da bir değeri olduğu ve ille de birkaç eserinin geleceğe kalıp bizden sonraki nesilleri etkileyeceği, su götürmez bir gerçek. Nedeni çok açıktır ki King, içinde bulunduğu toplumu iyi bilen ve bunu korku – drama dönüştüren usta bir kalemdir. Kendisi Amerikalı olsa da ve kendi kültürünü yazsa da şu bir gerçektir ki; toplum olasılıkları sınırlıdır ve başka bir toplumda olsa da okuyucu, okuduğu kitapta kendine çekecek bir olay veya durum bulur, dolayısıyla da King’den etkilenir.
King’in etkilerinin, sadece edebiyat ile sınırlı olmadığını yazımın başından anlamış olmalısınız ve zaten çoğunuz da biliyorsunuzdur. Fakat sinema ile edebiyat neredeyse birbirinden farklı. Kendim de senaryo ve hikâye yazdığım için biliyorum; yazım dili, anlatım sinema için dönemseldir, edebiyat için böyle bir dönemsellik söz konusu değildir. Sinema (kült filmler hariç) yaşadığı dönemi yansıtırken, edebiyat yazarına göre kuşakları etkiler. (Bir açıdan bakarsak kült filmlerde yapıldığı döneme mahkumdur “genellikle”) Sebebi basit, birinde hayal gücü çalışırken diğerinde sadece görsellik vardır ve mesela ben dönem filmlerinin çoğunu sevmem.
King’den yola çıkarak değerlendirecek olursak elimizde; O, Günah Tohumu (Carrie: Günah Tohumu 2013) ve Hayvan Mezarlığı var. Bu üç eser, hem sinema hem de edebiyat eseri olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik O, Günah Tohumu (Carrie: Günah Tohumu 2013) ve Hayvan Mezarlığı’nın farklı kuşaklarda çekilmiş filmleri de var ve şunu belirtmeliyim ki biri hariç, eski filmlerin oyunculuk ve yönetmen kalitesi berbat görünüyor şimdilerde. (1976’daki Günah Tohumu hariç çünkü o filmdeki Sissy Spacek’in çok iyi bir oyunculuğu söz konusu; her ne kadar dönem çekimlerini barındırsa da… Kendisini çok beğenmeme rağmen Chloë Grace Moretz’in Carrie: Günah Tohumu filmindeki oyunculuğu berbattı.)
Eğer çocukluğunda bu filmlerden korkanlar varsa, şimdilerde gülmeden edemezler. (Eminim, travma derecesinde izler yaratan o dönem için terapi gibi gelecektir. Bir nevi çocukluk korkunla yüzleşmek gibi)
Hayvan Mezarlığı’ndaki oyunculuklar ve yönetmen özellikle berbat. (1989’dakinde) O dönemin filmlerine göre bile çok kötü. Başroldeki Dale Midkiff inanılmaz yapmacık, kötü. Nasıl kabul etmişler o dönem için anlamadım. Film, sanki aceleyle çekilmiş gibi bir havası var. 1990’daki O’da ise durum biraz daha iyi, oyunculuklar ve yönetmen daha oturmuş. İlerleyen zaman ve değişen dünya koşulları etkili olabilir. İstisnai bir durum yaratan tek film; Carrie: Günah Tohumu… Yeni, eskisinden çok kötü, çok da yapmacık. Filmlerin düzeyi, çekildiği dönemin beklentileri ve korku anlayışlarıyla da alakalı tabii.
Bu filmlerin eserleri için aynı eleştirileri yapmamız söz konusu bile olmaz (“Günah Tohumu” filmi ile kitabının adı farklı, kitabın adı “Gözün Üçüncü”) çünkü hayal gücümüz o konuda farklı çalışıyor.
Şu durumu da göz önünde bulundurmak gerekirse, okuduğun kitabın filmi her zaman farklıdır ve çoğu uyarlama okuyucuya berbat gelir. Bunun nedeni senarist, yönetmen, oyuncu, kurgucu ve hatta yapımcının bir araya getirdiği filmi izliyor olmamız; çokça hayal gücü var mamafih hiçbiri sizin okuyucunun hayal ettiği değil. Acımasızca…
King, ölmeden telifleri yeme derdinde belli ki. Özellikle internet platformları yayıldığından beridir, her yerde bir King eseri uyarlaması var. Bu durum, King’in değerini olumsuz etkiliyor ve eserlerinin tıpkısının aynısı durumuna düşürüyor. Bunda birçok etmen olsa da baş sorumlu, eserin sahibidir. Keşke kitaplar ve hayal gücümüzde kalsaydı, en azından birkaç eseri. King kitabı alırken “Acaba bunun da filmi var mı?” diye düşünüp de aldıktan sonra okurken, filmine denk gelmek çok üzücü.
King üzerinden, sinemanın ve korkunun değişimini rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz (Komedi üzerinden de bunu yapmanız mümkün tabii ama sessiz sinemanın dehası Şarlo’yu ayırın lütfen, çünkü o dönemler ötesiydi.) ve kitaplarıyla da kendinize gerçek bir korku dünyası yaratabilirsiniz. Unutmayın ki dozu iyi ayarlı korku duygusu, size yaşadığınızı hissettirebilir.
Yayın hayatına hoş geldin Halley Dergisi. Dilerim, galaksinin gezgin yıldızı adaşın, kuyruklu yıldız gibi okurdan okura, gözden göze, zihinden zihne etki ederek uzun yıllar gezersin.