Mustafa dükkandan koşar adımlarla çıktı…
Aslında hikayesi 48 yıl önce başlamıştı. Sol elini her kullandığında azarlanmış ve “sağlak olmalısın” diye öğütlenmişti. Bu durumun resmi bir açıklaması ya da psikolojik bir test sonucu yoktu ama Mustafa, tamamen bu müdahaleler kaynaklı olduğunu düşünüyordu kekemeliğinin.
Kekemelik anlarını “Sözcük Muharebesi” olarak nitelendiriyordu. Her savaşın bir yeri, adı ve süresi vardı tabii.
Karısıyla yaptıkları 1.Sözcük Muharebesiydi. Her gün yeniden başlayan bir muharebeydi bu.
Çocuklarıyla yaptığı 2.Sözcük muharebesiydi ve yenileceği baştan hep belliydi.
3.sü ise kaynana ve kayınbabayla yaptıkları bir muharebeydi ve konu kapsayıcılığı o kadar yüksekti ki “3.Sözcük Meydan Muharebesi “ şeklinde tanımlanmıştı Mustafa’ca. Kazananı kaybedeni hiç yoktu, çünkü savaş hiç bitmiyordu. Nasıl bitsindi ki? Zira evliliklerinin 20.yılında ve üç çocuk sahibiydiler ama kaynanası “Kızımı bir şarkıyla kandırdı ,kızım anlasaydı bu eksik ağızlıyı evlenir miydi hiç ” diye hala hayıflanmaktaydı.
Mustafa kimi zaman ağzında bir sözcüğe takılıp kalıyor ,defalarca tekrar ediyor ,bir sonrakine atlayamıyordu. Kimi zamanda ardı ardına 3-4 sözcük söylüyor ama cümlenin sonunu getiremiyordu. Hele bir de heyecanlansa, biraz gerginlik olsa üstünde, offf o konuşma bitmez haftalarca sürebilir ya da 3 günlük bir sözcük orucunun başlangıcı olabilirdi. Sözcük muharebesi yaşamadığı tek durum vardı, oda şarkı söylemekti.
Zamanın ona, işte bu sözcük muharebesi anları için kazandırdığı bir takım davranışlar vardı. Eğer bir sözcüğe takılıp kalmış ve ilerleyemiyorsa, bir bacağını dizinden kırıp kırıp ayak tabanıyla yeri dövüyordu. Konuda yine ilerleyemiyorsa sırasıyla iki ayağı üzerine diğerine yaslanacak şekilde sağa sola sallanmaya başlıyordu. Yine mi olmadı, bu sefer de sıra omuzlarıyla duvarları dövmeye geliyordu.
Biri 2,5, diğeri 9 yaşında iki kız ve diğeri de 14 yaşındaki bir erkek ergen olan 3 çocuk sahibi Mustafa, o gün düğün için oldukça şık giyinmişti. Şık giyinmesinden ziyade zaten çokça da yakışıklıydı. Kekemeliğinin onda yarattığı psikolojiden dolayı çok sosyal ve girişken olamamıştı ancak, kızların bu iri yapılı, yakışıklı genci görüp birbirini dürttüğünü herkes bilirdi. Mustafa hariç.
Bu adam nasıl evlendi Allah aşkına diye merak uyanırdı insanlarda. Haksız da sayılmazlardı. Kıza açılmaya karar vermesi üç yıl, kızla konuşmaya niyetlenip bir kafede oturuşları ise 20 dakika kadar sürmüştü. Kızın sabrı vardı var olmasına ama Mustafa o sözcük muharebesine daha fazla dayanamayarak 20.dakikada “Benimle evlenir misin” isimli şarkıyı söylemeye başlamış bitene kadar da okumuştu. Kız da evet deyivermişti. İşte evlilik hikayeleri böyle başlamıştı.
Bugün de kardeşinin düğünü vardı işte, pek sevmediği ve tanımadığı o büyük şehir İstanbul’da . Karısı kuaför işlerini halledeyim derken çocukları salona götürmek ona kalmıştı. Buraya kadar her şey normaldi ama ortada iki kız çocuğu, bir ergen erkek çocuğu ve kekeme bir adam vardı. Öyle bir kekeme ki sıkışınca şarkı söyleyen hem de.
Mustafa evde yiyecek aperatif bir şeyler hazırladı. Ama tabi ki üç çocuk da bundan şikayet edecekti. En küçüğü hiç yemek yemez olandı , ama o gün zaten kısıtlı olan sofrada bitirdiklerinden fazlasını talep etti ve yanıt almaya fırsat vermeden inatçı , talepkar bir ağlayış ekledi sözlerinin ardına. Ortanca kız evlat “Ben gelmeyeceğim” demeye başladı, gerekçesinin “Kıyafeti olmaması” olduğunu söylüyordu. Ergen ise hoşlandığı kızın da orda olma ihtimalinden olacak, gitmeye pek bir hevesliydi.
Hevesliydi hevesli olmasına ama çok ağır hareket ediyordu. Tuvalete girdi. Dakikalarca kaldı. Ürkekçe vurulan kapılara karşılık vermeden orda kalmayı sürdürdü ve yaklaşık yarım saat sonra çıktığında, şeklinde devrim yarattığını sandığı , ama hiçbir değişiklik yapmamışa benzeyen saçlarıyla “Olmuş mu?” diye sordu. Tüm aile çıkması muhtemel krizi daha en baştan önlemek amaçlı , ağız birliği yapmışçasına onaylayarak “süper olmuş” diye yanıtladı. Mağrur duruşu ve kendinden emin haliyle çekildi kapıdan ergenus ve “E buyrun girin, patlamadınız ya” diye de ekledi.
Mustafa küçük kızını doyurmanın telaşı, ortanca kızının kıyafet krizi ve ergen oğlunun ağır aksak hazırlanışı ve fakat çıldırmak üzereyken, yılgınca giydiği ama buna rağmen yakışıklı göründüğü düğün kıyafeti ve üç çocuğu ile nihayet evden çıkmayı başardı. Başardı başarmasına ama salona yaklaşmışlardı ki ayağında kundura yerine terlikle geldiğini fark etti. Geçirdiği şok ve telaş ile “Çocuklara arabada beklemelerini, hemen bir ayakkabıcı bulup ayakkabı alıp geleceğini” söyleyecekti ki bunun ayakkabı almaktan daha uzun süreceğini anladı. Bir el işaretiyle “bekleyin” demekle yetindi. Ergenus “ Yaa baba nereye” dedi yılgınca, ortanca kız ise “Hah çok güzel,saçlarım bozulacak daha düğüne bile gitmeden “ diye hayıflandı, en küçüğü ise burnundan çıkardıklarını yemekle meşguldü ve geri kalanları da koltuğa sürmeye başlamıştı ki ,Mustafa 2.Sözcük Muharebesinin başlayacağını anlayıp daha fazla dayanamayarak kapıyı kapattı ve hızla gitti.
Ayakkabıcıyı nerde bulabilirim diye sormak için gördüğü ilk işyerine daldı . Kasa da duran adama az önceki öfke ve şokun etkisiyle ,soruyu sormak bir kenara, ilk sözcüğü ağzından çıkaramadı bile. “Durakalmak” neydiyse Mustafa işte o an onu yaşadı. Adam Mustafa’ya ,Mustafa da çıkaramadığı ,çıkarmaya cebelleştiği ağız dolusu sözcükle adama bakıyordu. Bu bakışma yaklaşık iki dakika kadar sürdü. Sonra Mustafa sözcüğü çıkaramayacağını anlayınca sağ bacağını dizinden kırıp kırıp tabanıyla yeri dövmeye başladı. Bu da yaklaşık iki dakika kadar sürdü. İş yeri sahibi oturduğu yerden içeri giren konuşmayan ve ayakta garip garip hareketler yapan bu grant tuvalet ,iri yapılı, papyonlu ama ev terlikli adama bakakalmıştı. Ama durum giderek garipleşiyordu. Çünkü Mustafa şimdi de iki bacağı üzerinde her ayağını yerden 5 cm kaldırıp yana açar şekilde sağa sola sallanmaya başlamıştı. Adam tedirgince “Buyurun bir şey mi istemiştiniz?” diyecek oldu, ama bu sallanmanın da üstünden iki dakika geçmişti ki Mustafa daha fazla dayanamayıp sağ omzunu dükkanın yan duvarını oluşturan kısma gelip vurdu. Belki kekemeliğinin başlangıcından beri en büyük omuz vuruşuydu bu ve kesinlikle bir omuz vuruşu olarak kalmadı. Çünkü Mustafa’nın o çıkmazda omuz attığı duvar dükkan sahibinin yan dükkanla farklı malzemeler satmak için ayırdığı bir iç duvardı ve atılan omuz darbesiyle koca duvar yere serildi. Büyük bir gürültüyle ortalığı korkunç bir toz bulutu, kir, pas sardı. Mustafa yine kalakaldı ve o toz duman dağılınca yan dükkanda yine bir kasa arkasında duran iş yeri sahibinin şaşkınlıktan kocaman açılmış bir çift gözüyle buluştu gözleri . Çıkan gürültüyle yan dükkanlardan da insanlar doluşmuştu içeriye. Herkes toz toprak içinde ,darma dağınık iş yeri malzemeleri ve tüm bunların ortasında duran grant tuvalet giyimli,iri yapılı, papyonlu ,terlikli yakışıklı adama bakıyordu . O adam, yani Mustafa ise yapabileceği hiçbir açıklama olmayan, olsa bile yapamayacağı, yapsa bile saatler sürecek olan bir konuşmaya hiç kalkışmaması gerektiğini çaresizce anladı. Bu duruma uygun bir şarkı aradı zihni. Belki öyle durumu kurtarabilirdi ama onu da bulamayınca şaşkın bakışlar arasında çaresizce hikayenin başındaki o koşar adımlarla dükkandan çıktı.
Yarım saat sonra herkes gibi oda çocuklarıyla düğündeydi. Gelen konuklara ev sahibi sıfatıyla “Hoş geldiniz” demesi gerekiyor, diyemiyordu. Konuklara uzattığı elin diğerini göğsüne götürüyor saygıyla başını eğerek selamlıyordu her geleni . İşte bu da bir kekemenin “Hoş geldiniz” deme hürmetiydi.
Grant tuvalet, papyonlu, yakışıklı, iri yapılı ve terlikli bir kekemenin…