14 Şubat sevgililer günü sevgilisi olmayanlar kadar olanlar içinde sıkıntılı bir gün. Sistem ürünü olsada hediye alma, yalnız olduğunu hissetme aşçısından son derece dramatik bir gün. Sevginin ve aşkın vurgusu içinde yanlış olduğunu düşünüyorum nitekim aşk ve sevgi duyguları bahar gibi yenilenmek, enerji dolmak olduğu bir gerçek. Buradan yola çıkacak olursak 14 Şubat’tan ziyade baharın sembolik tarihi olan 21 Mart’ın bir sonraki günü yani 22 Mart olmalı. Gerçi aşkın zamanı ve dönemi olamaz da çağrışım zamanı daha doğru 22 Mart. Madem doğru tarihi bulduk o zaman evde kalacağımız son ay olan nisan ayına aşkın ve sevmenin türlü hallerinden harman yaptığım listeye bakalım.
2000 yılı ve sonraki yapımlardan yola çıkarak gitmek istiyorum yani 21. yüzyıl başı aşık kültlerini yaratmak biraz…
Madem sinema aşk moduna geçtik; isim olarak buna uygun bir filmle başlayalım ve Uzak Doğu’ya, Hong Kong’a gidelim ve “In The Mood For Love” yani “Aşk Zamanı” diyelim. Uzak Doğu sinemasının bu güzel örneği olan film 2000 yılı yapımı olup, gösterime girdiği Cannes film festivalinde Tony Leung Chiu Wai’ya en iyi erkek oyuncu ödülünü getirmiştir. Film kavuşmamak üzerine olup özellikle masalsı müziği ile izleyici romantizme boğup büyülüyor. Her ne kadar Cannes’da ödül almış olamasa da Maggie Cheung’da çok güzel bir performans sergiliyor. Kavuşmayla bitmeselerdi aşıklar çiftlerle güzel değil midir?
Çinli yönetmen Wong Kar-wai’nin 1 saat 38 dakikalık filmine 5 üzerinden 4.4 veriyorum. 60’lı yıllardan bolca Hong Kong kültürü barındıran bu filmi altyazılı izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.(Her kelimesini cümle sonu gibi uzatan karakterler bir hayli ilginç.)
Madem olaya kavuşamamaktan girdik öyleyse bunu bir oyuna dönüştürüp aşkın ülkelerinden biri olan Fransız sinemasına yani Avrupa beyaz perdesine bakalım ve “Jeux D’enfants” “Love Me If You Dare” “Cesaretin Var Mı Aşka” üç dilde de farklı okunup yazılsada ortak noktaları aşk. Marion Cotillard ve Guillaume Canet’in başrolde oynadığı filmin Yann Samuel. 1 saat 33 dakikalık bu güzel aşk hikâyesine 5 üzerinden 4.9 veriyorum. Özellikle “La Vie En Rose”un çaldığın anlara da kendinizi özellikle bırakın. Edith Piaf’ın bu ölümsüz aşk şarkısını çok güzel tarzlarda yorumları mevcut ve yanınızda da mendili eksik etmeyin izlerken.
Kavuşamamaktan kavuşma aşamasına geçmek için bir süre savaş verenlerin bir diğer hikâyesine geçecek olursak karşımıza “One Day” “Bir Gün” çıkıyor. Kitap uyarlaması olan bu hikâyenin kapağında filmin başrol oyuncuları Anne Hathaway ve Jim Sturgess’in sarmaş dolaş bi’ fotoğrafı var. Kitap 500 küsür sayfa önce kitabını okuyan biri olarak filmin beklentisinde izlenilebilirliğinde düşüşe sebep olsada okumadan izleyecek olanlara tavsiye ederim. Kitabının yazarının David Nicholls, filminin yönetmenin Lone Scherfig olduğu , 1 saat 48 dakikalık bu güzel aşk hikâyesine 5 üzerinden 4.3 veriyorum. Kitabını okumasaydım muhtemelen farklı bir puan verebilirdim. Kitap uyarlaması olarak bakarsak puanım 3 üzerinden 0.7 olur.
Michael Haneke çağımızın yönetmen ozanlarından birisi ve işlediği konulara kesinlikle hakim. Geçenlerde izlediğim “Mutlu Son” filmi ile görüşümü pekiştirdim. Fakat yazının konusu aşk olduğuna göre 2012 yapımı “Amour” “Aşk”tan bahsedelim. Listedeki diğer filmlerin aksine sert ve ağır işleyen bir film. Gene de Nuri Bilge Ceylan kadar değil. 2 saat 7 dakikalık Haneke filmine puan vermek haddime mi bilemediğim için puanlama dışı tutuyorum fakat bir uyarı yapmam lazım ki sağlam sinirlerle izleyin filmi.
Bu yılın başında Geçen yılın sinemadaki en iyileri ödüllendirildi ve Joker filmindeki performansı ile
Joaquin Phoenix en iyi erkek oyuncu Oskar ödülünü aldı. Bu bir tesadüf değil nitekim Phoenix bir çok rolünde üst düzey oyunculuk sergiledi fakat 2013 yapımı “Her” “Aşk” filmindeki rolü ayrı güzeldi. Her en iyi özgün senaryo ödülünü kazandı ki günümüz ve geleceğimize yönelik ilişkiler, teknoloji ve yalnızlaşan insan konularına yumuşak bir o kadar da duygusal bakıyor. Netflix ile karşımıza çıkan az oyunculu, düşük efekt ve bütçeli net filmlerinin başı denilebilir. Yönetmenliğini Spike Jonze yaptığı 2 saat 6 dakikalık bu filme 5 üzerinden 4.6 veririm.
İlginç aşk hikâyelerinden biri de “The Lobster”dır. Kara mizah ve distopya türlerindeki fedakarlık içeren aşk hikâyesinin başrolün Rachel Weisz ve Colin Farrell yer alıyor ki Colin Ferrell’ın performansı bu hikâye için Rachel Weisz’in üzerinde. Yorgos Lanthimos’ın yönetmenliğini yaptığı Cannes film festivalinde jüri özel ödülü 1 saat 59 dakikalık filme 5 üzerinden 4.4 veririm. Beyinleri hafif zorladığını belirtmek de isterim.
Aşık günümüze yakın ve uzak hallerini işledikten sonra şimdi de son halini anlatan 2019 yapımı Netflix filmi olan “Marriage Story” “Evlilik Hikâyesi” ile bitirelim. Evlilik ve bitimi üzerine güzel ve saygılı ilişkiyi anlatan filmde Scarlett Johansson Adam Driver başrolde. Adam Driver’in en iyi erkek oyunculuk performansı vardı fakat rakibi çok iyiydi o yüzden alamadı aynı durum Scarlett Johansson için de geçerliydi fakat o da olmadı. Film sadece en iyi yardımcı kadın oyuncu Oskar’ını kazandı ki Laura Dern vasat rolüyle hak etti mi çok tartışılır. Gene de yönetmenliğini Noah Baumbach’ın yaptığı 2 saat 17 dakikalık filme puanım 5 üzerinden 4.1.
Seçtiğim filmler bir “Love Story” Aşk Hikâyesi” eder mi bilmem çünkü günümüzde bir Ali MacGraw yok. Bu arada Love Story’e puanım(dönemin şartlarına göre değerlendirirsek) 5 üzerinden 4.7.
Herkese iyi seyirler.