Defterimin yüzünde biriken toz tanelerinin her biri öldürdüğüm bir insana tekabül ediyor. Çok insan öldürdüm. Işık tuttuğumda gölgeme benden daha yakınlar. Geçmiş kime göre ne açıdan geçmiştir? Hangi zaman kavramında uzak ya da yakındır? Bir rezidans terasından dizlerimizi sallasak yere gökten daha uzak hissetmez miyiz? Elimizi uzatsak dokunacağımızı hissetmez miyiz? Oysa çok uzaktır. Gök çok uzaktır. Yere çakılsak akacak kanın litrelerce fazlası kadar uzak. Yani hiçliğin ortasındayken, yani araftan korksak dahi en âlâ araftayken neden gökyüzünde kulaç atarız? Bu ılık farkındalık başta tadından yenmez gibi görünse de içine düşürdüğü amaçsızlık ve amansızlık insanı ışık tuttuğu gölgelere hapseder; döner durur ışığın izin verdiği kadar daracık yerde. Bazen kendini uzadım sanar sahte bir küstahlığa kapılacak olur, bazen küçüklüğüne hapsolur. İnsan tam da bu sebepten dünya küçük sanar. İnsan sanrılı bir varlık. Bazıları da bunun yanılsama olduğunu varsayıyorlar. Yani izin verilenden fazlasını görebildiğini, şanslı olduğunu savunanlar… Ben varsaymıyorum. O halde kaçacak küçük bir delik, bir açık olurdu öyle değil mi? Açık varsa da litrelerce uzak, litrelerce ulaşılmaz. Ben buna inanıyorum.