62 84… İşe gitmek istemiyordu, dünkü aptalca şeyin ardından. İstanbul’un gri, bungun bir
sabahına uyanmıştı bir de. Ne sıkıcı! Mete’nin horultusu geliyordu kulağına. Tasasız bir uykuydu
onunki belli. Zengin çocuğu ne de olsa. Öyle olmasa kalabilir miydin burda, gerizekalı!. 6, 2, 8,
4 bu sayılar da neyin nesi?.. Sıkıntılı uykusunun boşluğuna sızmış bir rüyanın ürünü müydü
acaba? Piyango bileti falan mı alsa? Herhangi bir kartının herhangi bir şifresi de olamazdı, çünkü
evdeki tüm kartlar ancak Mete’nin olabilirdi. Varsıl ama nasıl da duyarlıydı o. Dünkü hödükle
alakası falan yoktu. Evet evet, patronu hödük olan. Şu berbat hamburgerlerden yemeye gelecek
başka bir kerizin kalmadığına inandığı bir an yine: Dükkanı kapatıyoruz çağrısı yapmıştı. Her
gün kapatma saati onun tuhaf sezilerine ya da ne idiğü belirsiz işlerine göre değişiyordu böyle.
Bir gün onda diğer gün on ikide bir başka gün sekizde bile kapattıkları olabiliyordu burayı. Tuzu
kuruydu tabi; Meyra’ya göre. Dün gece keriz kalmadığından değil de bu pisliğin iğrenç
tasavvurundan kapanacakmış meğer dükkan. İğrençti çünkü; babası yaşındaydı neredeyse, kaba
sabaydı, bir kadının kalbine gidebilecek herhangi bir yolun kenarından bile geçemezdi.
Cüretineyse diyecek yoktu. Üniversiteli bir toy bulduğuna sevinmişti belki, onu işe aldığı ilk
gün. Ama paraya ihtiyacı olduğundan bazı eziyetlere katlanabilecek kadar güçlüydü Meyra. Pes
etmezdi kolay kolay. Cürüme pabuç bırakmazdı.
Hamburgercinin tuvaletleri tahta tırabzanlı gıcırdayan merdivenlerle inilen alt kattaydı.
Tuvalet temizliğini de yaparsan daha çok kazanırsın demişti, hödük olan. Meyra heveslenmişti, göründüğünden daha çok ihtiyacı vardı paranın fazlasına.
-Oluuur demişti, bu muhtaçlığı pek belli etmek istemeden.
Dükkan kapanacaksa tuvalet temizlenmeliydi. Giydiği rengi solmuş kot, bu siyah
hamburgerci tişörtüyle bile fazlasıyla dikkat çekebilirdi Meyra. Hele tepeden topladığı gür
saçlarına kondurduğu sıradan topuz yüzüne öylesine yakışıyordu ki. ‘ Bu işler için sanki fazla
güzelsin.’ demişti bi keresinde Mete. Aşağı inip gençliğinin de verdiği çabuklukla temizlik işini
bitirmişti bile. Tuvaletlerin kapısını kapatmak üzereydi ki patronunu üzerine dikilen beklentili
gözleriyle karşısında görünce afalladı:
-Temizledim işte, noldu, eksik mi var dedi, telaşlı.
– Bu gece bende kal, sıkılmazsın söz veriyorum. dedi beriki. Arsız bi sinek kadar çevik kızın
boynuna süzülüverdi.
– Höstt, deve!.. diye diklendi Meyra. Hınçla itekledi adamı. Sinirden delirebilirdi.
Sarkıntılığı yetmemiş gibi üstüne tartakladı kızı, güzel dudaklarının kenarından ince bi kan
sızana kadar. İstediğini alamamanın hırsıyla tırmandı merdivenleri öküz. Ayrılsın istemiyordu belki işten. Belki kanardı daha sonra, hem para kozunu kullanmamıştı henüz. Elbet denerdi o
yolu da. Bunlar böyleydi… Bedavaya günahını vermeyenlerdendi belki bu da.
Tek kullanımlık eldivenleri elleri titrerken zor çıkardı Meyra. Aynada dudağının kenarından
süzülmüş kanı görüp suyla temizledi. Yukarıda gezinip durduğuna inandığı kısa süreli iş
arkadaşlarının varlığından olacak hala orda olduğuna şaşırmadı. Ne yani kimseye mi
güvenemeyecekti? Boynu sıkılıyormuşçasına nefes alamadı bi an, ordan hemen çıkmak,
uzaklaşmak istedi. Önlüğünü çıkardı, montunu eline alıp aceleyle ayrıldı dükkandan. Kadıköy’ün
sokakları bile ilk kez bu kadar tekinsizdi. Yalnız dolaşması yasaktı sanki. Korunmaya muhtaç
cins bi hayvan gibi mi hissetmeliydi? Doğada tek başına kalsa ezilebilir, katledilebilirdi öyle mi?
Gecenin kör aydınlığında duvarlardaki yazılamalar, kitap, film, konser afişlerinin yanına
iliştirilen anlamsız sayılar dikkatini çekmemiş gibiydi o an. 6, 2, 8, 4 ?
Ayılmak için bir kahve içmesi gerekiyordu Meyra’nın. Mete hala horulduyordu. Yoksa Mete
de herhangi bir şey umuyor muydu ondan? Bu konuda onu suçlayabilecek en ufak bir ibare
bulamadı zihninde. Zihni yorgundu en az bedeni kadar. Kahvesini hazırlamış mutfaktan
döndüğünde Mete’nin çalışma masasının üstünde üniversite üçüncü sınıf ders kitapları, üç beş
roman, İngilizce sözlük, büyük beyaz kartonların dağınıklığında kaybolmamış düzgün çizimler
ve dizüstü bilgisayar dikkatini çekti. Bu romanlardı belki Mete’nin yanında kalmasını sağlayan.
Ona geldiği ilk gün okudukları romanların unutulmaz karakterlerini, onların hayat felsefelerini,
duyuş düşünüş biçimlerini irdelemişlerdi uzun saatler. ‘En çok, istediğim zaman istediğim kitabı
alabildiğime seviniyorum.’ demişti o gün Meyra’ya. Bilgece konuşmalarından değil ama iyi bir
insan olduğundan inandırmıştı onu aslında.
-Bu sene yurda verecek parası da yok bizimkilerin, demişti, Meyra. Daha çok çalışmam
gerekiyor bu yıl. Hamburgerci tuvalet de temizlersem parayı arttıracakmış.
-Bende kal sen. Yurda vereceğin parayı da kendine harca. Anne babası oğulları üniversiteyi
kazanınca bu evi ona almışlar, kira falan da vermiyormuş zaten.
İki yıldır tanıyordu Mete’yi. Aynı sınıftalardı. Bugüne kadar ne ona yalan söylemiş ne bir kez
kalbini kırmıştı. Güvenemez miydi ona? Güvendi.
-Olur o zaman ,deneriz. Rahatsız olursan dönerim ben yurda, dedi.
İki buçuk aydır beraber kalıyorlardı. Bir kez bile yanaşmadı Meyra’ya. Çirkin de değildi.
Aralarında o çekim yoktu anlaşılan. Birlikte kalmak için sevgili olmaları gerektiğini de
düşünmüyorlardı belli ki. Meyra yanında kalıyor diye cinsel arzularını söndürmesi gereken bi
obje değildi Mete için. Kaldı ki sevişseler yasak da değildi. Bazen şaşırıyordu Meyra da
böylesine oluruna bıraktığı bir ilişki adına.
Mete uyandığında kahve kokusu odasına kadar sızmıştı. “ Benim de ayılmaya ihtiyacım var” diye
kahve almaya gitti mutfağa.
Meyra Mete’nin çizimleri arasından zihnine sızan rakamlarla boğuştu yine.6, 2, 8, 4 ? Eve
dönerken duvarlarda rastladığı sayılarla bunların bir olduğunu o an hatırladı.
62 ? Böyleydi afiş, öyle değil mi?
84
Bilgisayara ilişti gözü, akıllı telefonu yoktu haliyle Meyra’nın. 62 84? yazdı hızlıca arama
motoruna, dağılsın istemiyordu düşünceleri.
Karşısına çıkan bilgileri bi çırpıda okudu. Ne yani 6284 sayılı kanun muydu duvarlara yazılıp,
afişlere asılan?
Sinema, konser, kitap tanıtımlarının, ilanlarının dibinde kendine yer bulan – kadının şikayet
etme-edebilme hakkının- korunmasını hatırlatan kanundu öyle mi?
Kanunları ne zamandır sokaklara yazma ihtiyacı güdüyorduk bilmiyordu Meyra ama “Gözüne
sokun, beynine kazıyın!” diye isyana başlamıştı bile.
Kahvesini kapıp gelen Mete; “Ne oluyor yahu sabah sabah, bu öfken kime?” dedi, merakla.
Mete’nin de canını sıkmak istemiyordu. Anlatmak istemedi başına geleni. Hem ne yapacağını ne
yapması gerektiğini kestiremiyordu daha. “Haberlere bakıyordum. Cinayet, tecavüz, örf, adet,
töre, teşhir-ceza indirimi… ne işi varmış o saatte, dişi köpek- kuyruk mizanseni, dünyanın her
yerinde mi böyle? ‘Eksik etek’ diyorlar bize, ‘Saçı uzun aklı kısa’ da.”
-Pandora’nın kutusunu da boşaltan sizsiniz, sizi gidiler diye hicvetti Mete –bi derdi var belli-
güldürmek istedi onu, uzaklaştırmak bi anlık meçhul sıkıntısından. “Neyse ki bi umut var hala.
Yoksa halimiz küldü. Aklınız kısa olsa şeytana pabucunu ters mi giydirirdiniz? Sen de kendine
inan bence, kendinden asla vazgeçme.” Pencereyi açarak odayı havalandırmak istedi.
Meyra’daki dalgınlığın geçmesini umuyordu. Hem dudağının kenarındaki morluğu da çoktan
fark etmişti. İçeri giren soğuk dalgın olanı titretti. Kahvesini bitirip dağınık masanın üzerinde
bulduğu bir boşluğa bardağını bıraktı. Dışarı çıkmak için hazırlanmış döndü Mete’nin yanına
sonra.
“Nereye gidiyorsun, Meyra. İşe gitmek için erken bi saat değil mi? Sabahın köründe sizin kötü
hamburgerleri tercih eden de mi vardı yoksa?
“Pandora’nın kutusu boşa açılmadı, Mete. Öyle değil mi? Görüşürüz yapmam gereken önemli bir
iş var. Geç kalmam. Sen kahvaltıyı hazırla.”
Perdesiz pencereden gördüğü Meyra soğuk sokakta gittikçe uzaklaşıyordu. Neydi acaba o önemli
iş, çok da dalgındı.
62
84 ?
afişlerinin bulunduğu sokaklardan geçerken bu kanunun sağladığı hakları kaçımız biliyoruz
acaba diye düşünüyordu. Barınma, korunma, şiddetin önlenmesi, kadına yönelik taciz, insan
hakları, savunma sanatları gibi onca şey akıyordu zihnine. Kendine bir şey olmasa da- belki ucuz
kurtulmuş olsa da- o hödük rahat durmazdı biliyordu. Boynuna yapışan soluğundan silerek veya
yıkanarak kurtulamayacaktı da. Ayakları onu karakola götürüyordu. Montunun cebindeki
hamburgercinin kartına değdi üşümüş eli. Derin bir nefes aldı Meyra. Şikayet dilekçesini
verdiğinde bir nebze rahatlardı içi belki. 6284 bir “umut”tu, ufacık da olsa.