Güneşin doğuşuyla başladı her şey.
Sevmek, saymak, gönül vermek, bağlanmak, dostluk kurmak, dertlenmek, vurulmak, özlem çekmek, yanmak, yok olmak, yeniden doğmak…
Küllerinden ve kusursuz.
Her şey ama her şey o güneşin doğuşuyla filizlenirdi.
Bence!
Güneş uslanmaz, doğardı her sabah.
Evimiz Ağrı Dağı’nın güney yamacına kurulmuştu. Bazalt taşlarının çamurla karılmasıyla iki gözlü bir yuva yapmıştı babam. Mavi gözlü pencereleri, çiçekli perdeleri vardı. Bahçesinde kocaman ağızlı devedikenleri.
Çok modaydı o yıllarda bu desenler. Annem, o yaz süt sağmaktan biriktirdiği paralarla perde almıştı. Önce kızmıştı babam, sonra o da sevmişti perdeleri.
Doğruya doğru. Çok güzel olmuştu evimiz. Ve de perdelerimiz. Biraz da pahalı!
Sabah, ilkin babam uyanırdı. Namazdan sonra perdeleri çekerdi. Sabırsız bir güneş vardı pencerede. Hemencecik konardı evin ortasına.Heybesini açar, sepet dolusu ışık saçardı üstümüze. Ve umut. Işıl ışıl renk cümbüşü olurdu yuvamız.
Kalkardık. Hazırlanıp okula giderdik.
Köy okuluna çamurlu yollardan giderken âşık oldum. Sabah vakti. Güneşli bir demde. Çamurla karışık bir âşk.
Sevmenin en saf hali. Üstelik organik. Biraz da ıslak.
Sanırsam tek şahidim vardı: Güneş.
En tepede. Sırıtıyordu. Belki de gülüyordu ahvalime!
Bilinmez!
O sabah âşık olmuştum. Tanıdığım herkes gibi ben de sevmiştim. Vurulmuştum Ayten’e. Tek suçlu doğan güneşti. Yoksa ne zaman öğrendim ben sevmesini? Örnek alacağımız boşboğaz televizyonların evleri zapt etmesine de daha çok vardı. Sadece asık suratlı radyomuz vardı duvarda. Belli saatlerde türkü çalardı. Sanki tek kişi vardı şarkı söyleyen. Tek adam vardı,tek şarkı…
Tek suçlu vardı: Güneş.
İzinsiz mesaisine devam ederdi. Her gün doğardı. Bıkmadan. Usanmadan.
Kesin!
Güneş doğarken, sevdiğine şarkı söylemek moda olmuştu.Ben de kapıldım modaya. Herkes gibi doladım dilime bir Mihriban. Bildiğim tek şarkıyı.
“Sarı saçlarını deli gönlüme,
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü,
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.”
Dememe bakmayın! Ne saçları sarıydı, ne de adı Mihriban. Lakin o şarkı okunurken kalbimde Ayten atıyordu. Hızlıca.
“Siyah saçlarını deli gönlüme,
Bağlamışım, çözülmüyor Ayten.” diye okuyordu, anlıyordu zihnim.
Bağlanmıştım. Çok.
Çözülmez! Seziyordum. Tüm kalbimle.
Geçiyordu zaman.
Köy yeri. Gidip ilanı âşk da edemiyorum. Elin kızına ne diyeceğimi de bilemiyorum açıkçası. Uzaktan uzağa, içimden içime seviyorum öylece.
Karşılıksız, mesnetsiz bir sevda.Dermansız dert işte.
Anlarsınız siz! O dönemden kalmışsanız, anlarsınız!
Zaman geçiyordu. Ya da geçmiyordu. Bana göre!
Sonra dilimdeki aşk biraz daha büyüdü. Bulaştı kalbime. Zamanla ağır geldi sineme. Gecelerime meyleden bir dert oldu Ayten. Ansızın çıkan, vakitsiz beliren.
Gündüzlerin kahrını gece çekiyorsa, işte o zaman aşk sevdaya dönmüştür.
Eyvah!
Eyvah ki ne eyvah.
İşte şimdi hapı yuttum!
Evet, tek suçlu artık güneş de değil. Tek şahit de. Geceleri bana eşlik eden bir ay vardı. Tıpkı güneş gibi. Hem de tüm halleriyle: yarım ay, dolunay, ilk dördün, son dördün.
Artık Ayten sevda olmuştu geceleri üstüme ay yağarken. Usul usul işlenmişti kalbime. İlmek ilmek bir sevda masalı vardı üryan dolaşan, destursuz çıkıveren.Hangi yöne baksam aynı renk vardı. Aynı türkü, aynı son…
Bu saatten sonra serseri bakışlı şarkılar dolandı dilime.Muhacir oğlana kaçan Kürt kızının masalı takıldı dikkatime. Dağları delen madenciler varken Ferhat’ın sevdası yazıldı tünellerin girişlerine. Seccadesinde yedi delik oluşmuş meczubun kalbindeki sevda musallat oldu kaderime. Ay yağarken geceye daha neler oldu neler? Bir bilseniz. Faili meçhul cinayetlerin birine daha yataklık ediyordum. Belki de azmettirici.
Yok, yok canıma kastım vardı benim. Kendi sonunu hazırlayan bir ben vardım.
Yün yatağımdan sıyrılıp ayın ve yıldızların kuyruğuna Ayten’le beraber tutunurken geceye yine ay yağardı. Aşk tarlalarına bereketin dadandığı bir vakitti. Hiç unutmam.
Dayanacak gücüm kalmadı gayri. Tez elden,
Haber yolladım:
“Seviyorsa sabah ezanından önce çıksın Ağrı Dağı’nın yamacına. Murat Nehri’nin kıyısına. Memleketimin tek ağacı, tek gölgesi olan kadim kavak ağacının gölgesinde beklesin beni.”
Evet, tek ağaçlı memleket: Diyadin.
“Kaçarız belki Ayten’le!” diye düşündüm geceye ay yağarken.
Şimdi yıllar geçti üstünden o gecelerin. Evlerde her akşam bir dizi başlayıp bir dizi bitiyor. Aşk çoktan seri üretime geçti. Aynı gün sevip, âşık olup aynı günün gecesinde vazgeçiyorsunuz sevdadan. İnadına tüketime kapıldı yürekler. İnadına bitti eskiye, güzelliğe dair ne varsa.
Neyse konumuza dönelim. Biliyorum sizler o gecede kaldınız!
Haklısınız.
Kavak ağacının gölgesinde saatlerce bekleyen bir maşuk ve gelmeyen bir âşık vardı hikâyemin sonunda. Kabahat Ayten’de değildi dostlarım. Bekleyen oydu. Uykuda kalan ben.
Heyhat!
Her gece Ayten’le kaçmayı hayal eden ben; o gece uykuda kaldım.
İnandıramadım.
“Eğlenecek başka birini bulsun!” diye haber yollamış. Öldürdü beni sözleri. Çaresizce dediğini yaptım.
Buldum birini.Unuturum sandım. Olmadı. Olsaydı adı sevda olmazdı belki.
Ondan bana kalan bir sevda. Kupkuru!
Ayrıldım ondan. Yalnız başıma yaşıyorum.
Tekrar köyüme döndüm. Uzun bir aradan sonra iki gözlü evime yerleştim. Sadece ben kalmıştım evde. Ne annem ne babam ne de kardeşlerim. Her biri başka yerde. Bazıları memleket ötesinde, bazıları dünya.
Köşelerde, pencerenin pervazında, minderlerde, bodur sedirde, şiltede ama her yerde anısı vardı sevdanın. En çok da gece çökerken dağın yamaçlarına gül desenli perdeyi aralayıp mavi gözlü pencereden gökyüzünü izlerken görürdüm sevdayı. Bekliyordu orada. Kavak ağacının bitmeyen gölgesinde. En çok da geceye ay yağarken.
Kolay değil, aradan elli yıl geçmiş. Yaşıtlarım çoktan evlenmiş, torun torba sahibi olmuşlar. Yeni yeni türküler öğrenmişler. Yeni aşklar bulmuşlar. Yeni uğraşlar…
Bense çiçek desenli pencerenin pervazına kurulmuşum. Asık suratlıdan, kulaklarıma Mihriban çalmakta. Yine o adam, yine o şarkı…
Ve lambada titreyen alev üşüyor, ben üşüyorum. Siyah saçlarını deli gönlüme başlayan Ayten diye anlıyorum sözleri.
Bağlanmışım. Çözülmüyor, çözülmüyor!
İmkânsız!
Halimden mesudum şimdilik. Dilim minik titremelerle türküye eşlik etmekte. Ayın şavkısı odanın orta yerinde raks etmekte. Gül desenli perde tüm zarafetiyle oynamakta. Dalga dalga saçları var. Her şey bir sevdanın peşinde sürüklenmekte.
En çok da ben.
Tepe taklak, alaşağı, tersi düz, param parça ve kendi içinde bir düzen kurangirdap hayat. Tüm şarkılar yarım yamalak ve eksik. Her şarkı sözü bende başka dile dönüşüyor, başka sonla bitiyor. Çoğunda isim Ayten oluyor başkahramanlarının. Her şiir sevdayla son buluyor. Anlamıyorum, anlatamıyorum!
Neyse zaman geçiyor.
Şimdi zevk zamanı, aşk zamanı, meşk zamanı…
Hişt sessizlik lütfen!
Bazen de sevda zamanı.
Anlayana!