Halley Dergisi

BİR BAŞKA BAHAR – GİZEM ÇELEBİ ÇAMLI

 

Soğuğun kokusunu derin derin içime çekerek; başımı, oturduğum bankın arka kısmına doğru yaslamak için, gövdemi öne doğru kaydırdım. Nemli ahşabın kokusu, soğuğun kokusuna galip gelmiş, biraz da tenimi ürpertmiş belki de bir parça üşütmüştü. Sonbahar konulu doğanın senfonisi bana özel bir konsere hazırlanıyor gibiydi. Hep sevmişimdir sonbaharın tatlı telaş sessizliğini. Güneşin el etek çekişi ile kendini kışa hazırlayan doğa hep bir parça hüznü de yoldaş eder kendine. Sonbahar sessizdir aslında. Belki de mevsimler içinde en silik olanı. Bense hep kendime benzetirim sonbaharı. Bir parça yorgun, bir parça suskun ve çokça da terk edilmiş.

 

Birkaç ayak sesi duyuyorum. Bir kadın ile bir çocuk olmalı. Telaşlı adımların birbiri arkasından, sanki bir sonraki adımdan sonra gizemi çözülecek bir merakla atılışının sesi. Çocuğun adım atış sesi kadına yetişmek için koşmaya yakın ve bir parça da sürüyerek. Bir yere yetişmeye çalışıyor olmalılar. Belki de sadece üşüyorlar. Adımlar uzaklaşırken birkaç korna sesi ile buruşuveriyor yüzüm. Sonra yeniden nemli ahşap kokusu ve uçuşan  birkaç kuşun kanat hışırtısı, uzaklaşıp giden adım seslerine sarılıyor sanki. İnceden inceye bir is kokusu yayılıyor. Biri ev sobasını yeni tutuşturuyor olmalı. Birazdan tüm aile bu sıcacık odada toplanacak, soba üstünde ısınmaya bırakılan nohut yemeğinin kokusu tüm evi saracak. Çocukların okul çorapları şöylece bir elde yıkanıverdikten sonra sobanın tellerine asılacak. Tüm aile o sıcacık odada yere serili bir sini içinde kaşıklayacak yemeğini. Bir baş soğan kırmayı da unutmayacaklar. Çocuklar yere serili döşeğe uzanacak ve sobanın çiçek desenli ağzından çıkan alevlerin heyecanlı titreyişi tavana yansıyacak; ve şen, dupduru çocuk kahkahaları yükselecek. Sonra belki de bıçakla üstünü kesecekleri kestanelerin, mandalinanın kokusunda dalacaklar en güzel uykularına. Bir sonbahar akşamında, gürül gürül yanan bir sobadan daha sıcak aile saadeti.

 

Bir iki afacan yağmur damlası beni tatlı düşümden uyandırıyor. Onların, yüzümde şımarmalarına izin veriyorum bir müddet. Sonra önümde kavuşturduğum ellerimi, bankın her iki yanına doğru açıp, nemli ahşap yüzeyindeki yer yer hafif, yer yer derin çiziklere dokunuyorum. Yaşlı babamın yüzü gibi. Ona son nefesinde veda ederken nemli yanaklarına dokunduğumda kimileri derin, kimileri henüz oluşmaya başlayan, biri bittikçe biri başlayan inatçı çizgiler gibi. Dokunuyorum.. Dokundukça, acı ile yazılmış harfleri yaşıyorum adeta. Birisi sevdiğinin adını, bankın kalbine yazmış diye geçiriyorum içimden. Elime gelen her harfin, kim bilir ne zaman, tam da şuraya, hangi ruh haleti ile yazıldığını anlamaya çalışıyorum. Son harf öylesine kuvvetlice bastırılmış ki, sonsuz ama hiç yaşanmamış bir aşkın intizarını nakşetmiş diye düşünüyorum. Bir kaç yağmur damlası daha burnum ile yanağım arasındaki noktaya düşüveriyor. Hoşuma gidiyor bana hissettirdikleri. Derin derin soluyorum tekrar havayı. Unuttuğum kehribar rengindeki sonbahara gülümsemekten alıkoyamıyorum kendimi. Ani bir rüzgar esiyor. Birkaç yaprak hışırtıyla savruluyor ağaçtan. Birkaçı yerde savrulup, daha evvel düşenlerle kucaklaşıyor, bir tanesi de tekrar önümde kavuşturduğum ellerimin tam da yanına ilişiveriyor.

 

Yaşlı yaprak, hoş geldin. Ağacın en üstünde yaşıyordun değil mi?  Uçurumun kenarındaki çıkıntılı taşa tutunmuş, cılız ve titrek bir el gibi tutunuyordun dala. Sanki kırgın gibisin. Yeşilini özlüyor olmalısın. Genişçe başlayan gövden, ucuna doğru ilerledikçe bükülmüş bir kadın dudağı gibi kıvrık ve küskün duruyor.  Bahara mı küskünsün, yoksa kış uğruna yitirdiğin yeşiline mi? Yok yok… Dudağını bükme öyle. Eminim ki kehribar da çok yakışmıştır senin narin, nazlı, kırılgan bedenine. Elden ayaktan düşmeye gör! İşte böyle dayanamayıverirsin rüzgarın sitemine, yitiriverirsin yarınlarını. Savruluruken, avaz avaz hışırdasan da artık sonun birkaç telaşlı kundura altında ezilmektir sadece!  Oysa avuçlarımda kimi kalın, kimi kıldan ince damarlarınla ne çok direndin yaşamak için. Ah geçen zaman! Ne kadar kadîm bir dostsun böyle. Bir gün de  sadık kalmasan verdiğin sözlere..  Bir yıl öncesinin genç, canlı; şimdinin yaşlı, zavallı çizgileri… Babamın yüzü gibi; aşığın nemli, ahşap kokulu banka işlediği çizgiler gibi. Derin, inatçı, anı dolu, sonsuz çizgiler… Her birinde bir anı, her birinde yaşanmışlık dolu çizgiler… Özlüyorsun işte onları, kabul et! O kanlı canlı diriliğini arıyorsun savrula savrula. Kuşlara kol kanat gerişini, belki de bir meyveye hayat verişini. Onlar da yeşilinle beraber, terk etti seni birer birer. Yalnızlığına, çaresizliğine aldırmaksızın; arkalarını dönüp gitmekten başka umar bulamadılar değil mi? Tıpkı benim gibi. Yitik iki gözüm ile giden ailem, dostlarım, hayallerim, baharım, yarınlarım gibi…

 

Değneğime yaslanarak yavaşça doğruldum. Bir elimde iki gözüm, yol arkadaşım, sırdaşım, her anlamda dayanağım; diğer elimde küskün yaprağım ile yola koyuldum. İncitmekten ürkerek, yaprağın eli avucumda, bir kitap sahifesi arasında sonsuza kadar yaşaması için, yağmur damları eşliğinde; sobalı evden yükselen kestane kokusunun sarhoşluğunda başka bir hayata dirilmek için sessizliğin gürültü yaptığı evime doğru yürüdüm. Yürüdüm, bir başka baharın, saçlarımı savurması umuduyla.

Exit mobile version