Bu binaya taşınırken yalnızlığın dikey olarak yükseleceğini biliyordum. Eski zaman mahalleleri kalmamışsa da “Muhit” diye bir kavram vardı. İhata kökünden geliyor olmalı.
Kökler önemli. Ağacı ayakta tutan güçtür kök. Bulunduğu toprağın minerallerine göre şekillenen bitki örtüsünün parçasıdır.
Hemen sözlüğe bakalım, tam olarak neymiş. Hım, o zaman muhit, içine alan, kapsayan görüp gözeten, savunup koruyan manasındaki bir kelime olarak ihatanın anlamlarını sızdırır. Havasından, suyundan, toprağından etkilenir herkes, muhitinin.
Yaşadığı ortam bir ortalamaya çeker insanı, sarar sarmalar, bazen sıkar ama etrafını da kolaçan eder, korur. Tanıdık ve geniş bir alanda olmak rahatlatır insanı.
Gökdelen öyle mi? Daire sayısı kadar yalnızlığı üst üste yapıştırmışsın işte. Ayak altında dolaşmasınlar, az yer kaplasınlar, yanı yöresi sarıp sarmalamasın, öyle sap gibi kalsın kendiyle demişler sanki.
Başım göğe erdi diyerek meydan okur gökdelen, onu çevreleyen, sınırlayan genişliğe.
Adı bile kibirli: Gökdelen. Kendini bir şey sanan narsistler gibi süzer herkesi, kuş bakışı. Yukardan bakmalar, kalbe değmeden, dokunmadan insana, burnu havada yaşamlar… Bizim sanatçı milleti gibi. Muhitin ağacından uzak, yükseklerde rüzgâra teslim olan halinle, üşütürsün kalpleri de muhtemelen, dik ev. Olsun bakalım, deneyip göreceğiz göğe uzanan yaşam neymiş diye.
Kapıyı çalamaz öyle kimsecikler. “Geçiyordum uğradım” yakınlığını yitirirsin demişlerdi buradan bir daire alamayan bizim dergideki yazar çizerler. Hıh, çok meraklıydım, zırt pırt gelene. Kapıdaki görevliye kimleri alıp almayacağı konusunda bile talimat verdim, listedeler, bir bilseler.
Paranın anahtar olduğu bu yalnızlıklar kulesinde yaşamak için çok çalıştım. Kendimi sıyırdım muhitten. Yaka silktiren insanlardan böylece uzaklaştım. Çok ortama girdim çıktım. Yazmakla alınmaz gökdelenden bir yer. Televizyon, reklam, ajanslar derken epey dolandım durdum, bir sürü muhit bozuntusu adamın yanında. Yoruldum dalaveralarından. E ben de öğrendim bir şeyler. Bir süre sıkılacağımı sanmıyorum. Yazmak için ihtiyacım olan bu yalnızlıkta içimde konuşan muhitle, dışarda çarklarını döndüren, yazarını ezen muhitleri dökeceğim ortaya.
Dün yakası açılmadık mevzulardan bahsettim birkaçına, tepkileri can sıkıcıydı. Zorbalık her yanda. En esaslı kurumsallarda bile mini mini diktatörler var. Bakalım böyle bir dürüstlükle yazarken prensipte anlaşabilecek miyiz?
Neyse, bir yerden başlamalı. Anlaşamazlarsa gider manzarayı seyrederim, onları kendi hallerine bırakırım bir süre. Mahalle kavgası çekemeyeceğim, devam ederlerse huzursuzluğa, hiçbirini almam yeni evrenime. Ya da doğrudan kavgalarını yazarım, satarım gündüz kuşağına. Sonra gelsin daha yüksekten katlar. Yoksa yaz, çiz, dur, bir halt olduğu yok. Kafka’larla uğraşırken onlar gibi bir köşede meteliğe kurşun atarsın. Yıllar yılı bu kafayla süründüm işte.
Artık sınıf atlayıp oturduğum katı katladığıma göre kıstaslarım da değişti elbet. Önceki evimin on katı yüksekliğindeki bu gökdelene gelmek hepsine nasip olmayacak. Zaten çok azı geçer şimdiki barajımı.
Eski ben değilim malum. Muhitini seven, özleyen biriyse hiç. Kalabalıklardan yalnızlığına kaçmış, içindeki kalabalığın gürültüsünden kendini duyamaz olmuş bir yazarım ben. Hepsi dökülsün içimden de kafa dinleyeyim burada. Yeni bir yaz dizisi çıkar belki, bir çırpıda.
En çok neye ayar oluyorum bilseniz. Kendimizi muhitten kurtarıyoruz. Kitaplar yalayıp yutuyor, festivaller, resitaller geziyor, filmler yazıp yönetiyoruz. Dibi görüp hayatta kalmak için direniyor, yayınevinden editörüne, ofsetçiden dizgiciye herkesin ağız kokusunu çekiyoruz yıllarca. Muhitin entel dantel diye dalga geçtiği, arkasından güldüğü, ancak ünlü oldu mu değer verdiği insanlar oluyoruz. Tam oradan kurtulduk derken dönüp yine onların hikâyesini anlatıyoruz. Sanat için sanat yaparken malzememizi muhitten seçiyoruz. Ödüllerimizi onları en yalın haliyle anlatınca alıyoruz, televizyonda bile muhitten bahsedince raytingi tutturuyoruz, gökdelendeki hâlleri anlatınca değil. Öyleyse biz yazacağız diye kendimizi kapattığımız camdan kulemize niye çıkıyoruz? Yani muhitten uzakta kuşbakışı süzerken oradakileri kendi hayatımızı mı ıskalıyoruz?