Demir boğazın bahar esintilerini yanına alıp Karaköy’den İstiklal’e çıktı o gün. Açık bir çay alıp söyleyeceklerini toparlayabilmek için kendine tenha bir köşe seçti. Çayından bir yudum alırken dizlerine koyduğu Sanat Tarihinde Shakespeare adlı kitabının sayfalarında gezinirken o sahneye geldi.
*Daha Tarsus çayının suları üstünde görür görmez vuruldu o kadına Antonius.
Midesini kazıyan heyecanı bastıran taze, sıcak simidi koltukların arasında yiyecek içecek servisi yapan kömür karası çocuktan alıp Suzan’a soracağı soruları da gözden geçirdi. Yolcu salonundan gelen klarnetin Elbet Bir Gün Buluşacağız şarkısına martı çığlıkları karıştı. Sahneyi tekrar okumaya döndüğünde belleği onu Tarsus’a götürüverdi.
Üstünde yattığı gemi, yaldızlı bir taht gibi
Pırıl pırıl yansıyordu sularda
Ne güzeldi, denizdeki fırtınaların koylar arasındaki kayalıklara çekilip Doğu Roma’nın Kleopatra kapısının yeniden Akdeniz’e açıldığı akşam. Amcamın başkanlık adaylığından, evdeki siyaset muhabbetinden, babamın para hırsından bunalıp da dışarı atmıştım kendimi. İyi ki gördüm kapının önüne kurulan o sahneyi. İyi ki kulak verdim sahnedeki adamın Kleopatra’yı davetine.
Döğme altındandı geminin pruvası
Yelkenler kıpkızıl ve öyle kokuluydu ki
Sarhoş oluyordu esen yeller içine doldukça
Bir erkekle buluşmak ilk kez heyecan veriyordu Suzan’a; erkek arkadaşını yıllar önce ölüme teslim ettikten sonra. Aynanın önünde son kez kendine bir baktı. Beyaz elbisesi, Kleopatra’nınkinden hafif makyajıyla hoş görünüyordu.
Çok mu abarttım acaba? Aman canım ne olacak. Hem çocuğun tez konusunu konuşacağız.
Sıktığı parfümün kokusu etrafa yayılırken uzun dalgalı kumral saçlarını tüm hüznüyle birlikte toparlayıp Kleopatra peruğuyla örttü. Her ne kadar Demir onu görür görmez tanıyacak olsa da buluşmanın asıl kahramanı Kleopatra da orada olmalıydı. Yaşadığı hayal kırıklıklarını eve kapatarak kendini İstiklal Caddesi’nin güneşli akşamüstüne bıraktı.
Sırmalı tenteler altındaki köşkünde
Gerçekten güzel düşlerin
Yarattığı Venüslerden daha güzeldi
Vapur İskele’ye yanaşırken yolcuların kıpırdanmalarını fark edip toparlanarak aşağıya indi Demir. İstiklal’e doğru yürümeye koyuldu. Önünde annesinin elinden tutarak yürüyen uzun saçlı küçük bir kız, pamuk şekerinden aldığı ısırıktan sonra arkasını dönüp gülümsedi. Yine Suzan’a gitti Demir’in aklı.
Adam sahneden çekilirken kapıdan geçirilen bir tahtın üzerinde omuzlarında biten siyah saçları üzerine kondurulmuş altın renkli tacıyla gördüm Kleopatra’yı. İnce bileklerini saran kalın altın bilekliklerinin bitimindeki elleri ve yüzyılları aşan bakışlarıyla dokundu sanki bana. Tam dudaklarının arasından dökülecek sesiyle su serpecekken dokunduğu yere gürültülü bir seçim otobüsü ağır ağır geçti caddeden. Tüm repliği kaçırıverdim. Bin bir zorlukla telefon numarasına ulaştığımda ilk kez duydum yumuşacık sesini. Oyun bittiğinde adının Suzan olduğunu caddede asılmış afişlerden birinde görmüştüm. Neyse ki bugünün temelini atmak için önce sosyal medyadan kendisini araştırmak geldi aklıma.
Cadde boyunca yürüyen Demir, kitabevinin kapısının önüne vardı. Önce etrafına bakındı sonra saatine. Beyoğlu’nda Suzan’ı beklerken yine Suzan’ı hatırlamaya ve düşlemeye devam etti.
İki yanında güler yüzlü Kupidonlar gibi
Erkek çocuklar vardı gamzeli gamzeli
Yüksek lisans için babama göre en kazançsız sosyal bilimlerden biri olan Sanat Tarihine amcam da onay vermemişti tabii. Ruhuma sonsuzluğu bulaştıracak olan dünyadaki hiçbir iktidarın yenemediği aşksa dinlenen onca boş vaadin insanlığa da hayatıma da hiçbir katkısı yoktu. Bir kabuğu kırmanın, bir yarayı kaşımanın zamanı da gelmişti paranın ve iktidarın olmadığı haklı bir kavgada. Suzan’nı da bana yakınlaştıran güzellikti, aşktı, sanattı…
Demir’i, Tarsus’tan Beyoğlu’na döndüren hoş kokulu bir esinti oldu. Dalgın bakışlarını yerden kaldırdığında karşıdan gelen Suzan’ı gördü.
Renk renk yelpazeler sallayan çocuklar
Yelpazelerin yelleri serin serin
Bir arttırıyor bir azaltıyordu sanki
O güzelim yanakların pembeliğini
Yolun karşısındaki Demir’i elinde tuttuğunu gördüğüm Sanat tarihi kitaplarından tanıdım. Uzun boyu, esmer teni, alnına düşen siyah saçları ile fena çocuk da değil. En güzel yanı ise bakışlarını derinleştirdiğinin hiç farkına varmadığı gözlük camlarının ardındaki kahverengi gözleri.
Suzan yanına yaklaştı ve gülümsedi Demir’e.
Kleopatra. Pardon Suzan.
* William Shakespeare-Kleopatra ve Antonius