Tango tutkunları nefeslerini tutmuş gösteriyi bekliyordu. Kırmızı kadife perdeler açıldı. Sahnenin loş aydınlığında partnerine doğru ilerleyen Süreyya çocukluğunu çoktan yıkık bir duvarın altında bıraktı. Parmak uçlarında nasıl da böyle yürüyordu? Bastığı yerle bağını çoktan güçlendirmişti. En güzel anıları saklı kaldı sınırları kaybolan bir ülkede. Sağ elini yukarı kaldırıp parmaklarını partnerinin parmaklarına kenetledi. Sol eliyle partnerinin sol kolunu tuttu.
Kaan uzak diyarlardan getirilip kalbinde yer edinen Süreyya’nın sol kürek kemiğini nazikçe kavradı. Her defasında belleğindeki kabuslara düşmekten kurtarıyordu onu sımsıkı tutarak. Süreyya’nın gümüş saten ayakkabılarıyla tereddütsüz takip ettiği ilk adımını attı. Ve başlamıştı yine bir tango. Ruhlarında geçmişin bıraktığı yaraları iyileştirmek için birbirlerine sarıldılar.
Süreyya korkunun ne olduğunu akşamları artık eve dönmeyen babasının yerine dışarıdan gelen bomba seslerinden öğrenmişti. Onları kara sakallı birer karabasana benzeyen adamlara teslim etmek istemeyen annesinin vuruluşunu unutamazdı. Yara bere, toz içinde kalan küçük bedenlerindeki acıyı hissetmemişlerdi paslı bir kamyonete bindirilip meçhule giderken. Yaşlı bir karabasanın evine getirilmişlerdi sonra. Çocuk bedenine giydirilen gelinliğiyle Süreyya’ya veda ederken bir tek elindeki oyuncak bebeği bırakabilmişti ablası. Oyuncak bebeğinin üzerinde biraz savaşın yıkıntıları biraz annesinin kanı… Duymayan kulakları sağır kalır da çocukluğu karabasanlara yük olur diye beğenmemişlerdi onu. Sınırı geçince Soraia, Süreyya oldu. Medeniyetin üzerinde bıraktığı tüm yırtık, kirli giysilerden kurtuldu. Dilini inançlarını öğrenmek zorunda olduğu başka bir memlekette bir yetiştirme yurduna yerleştirildi.
Ayakları yerden kesilip Kaan’ın kolları arasında dönen Süreyya’yı bütün seyirciler hayranlıkla alkışlıyordu. Üzerinde taşıdığı derin yırtmaçlı siyah elbise tüm güzelliğini gözler önüne seriyordu. Onu ilk fark ettiği gün ağaca tırmanmıştı masmavi gökyüzüne dokunabilir mi diye? Aşağıdan bir bağırış ağlama sesleri geldi. İtiş kakışın arasındaki masum kız çocuğunu gördü. Hemen çocukların arasına atlayıp kızı kollarıyla sımsıkı kavradığı gibi uzaklaştırdı oradan. Diğer çocuklardan daha büyük olduğundan hiçbir şey diyemediler. Ağacın gölgesine oturmuşlarken iyi olup olmadığını sordu. Ağlamaya devam edip ayağını ovalayan kızın onu duymadığını düşündü. Bu kez kalkmasına yardım etmek için sımsıkı tuttu elinden. Sağlık görevlisinin yanına götürdü. Kızın ayağının acısından bahsederken dilsiz ya da sağır olabileceğini söyledi. Mülteci olduğunu öğrendi. Ve korkuyordu bahçedeki maçlarda patlayan lastik topun sesinden, gök gürültüsünden, şiddetini gürültüyle gösteren artık duyamadığı her şeyden. İşitme kaybına rağmen sağır kalmamıştı alkışlara.
Tangonun kapalı tutuşuyla bir bedende iki ruh olmuş gibiydiler. Hızlanan ritimle adımları birbirini takip ederken ayakları birbirine karıştı. Kadın ve erkeğin düşünsel, duygusal çatışmaları görsel bir şölene dönüşüyordu. Süreyya geriye çekilirken eteği oradan oraya savruluyordu. Kaan’ın babasının yurda gelişini hatırladı. Birbirlerine söylediklerini oyun oynayan çocukların arasından duyamadı. Ayrılık dolu bakışlarından bunun bir veda olduğunu anladı. Kocaman lacivert bir atkı dolamıştı Kaan’ın boynuna babası. Yine akşamdan kalma yine perişan görünüyordu. Küçük bir çocuğu yalnız başına bırakmak zorunda olacak kadar çaresizdi. Kaan’ın gözyaşını ilk kez o gün görmüştü Süreyya. Bu kez bahçedeki çınarın altına oturduklarında onun dilinde birkaç kelime söyleyebilmişti duyduğu acıya ortak olarak. Aniden başlayan yağmurdan korunmak için atkıyı başlarının üzerinde tuttu Kaan. Aynı gökyüzü altında aynı yağmurla ıslanırken ortada insanları birbirinden ayıran hiçbir sınır kalmamıştı. Tangonun günahı da bu değil miydi? Çekici içeriğinden çok tüm insanlığı bir araya getirmesi.
Süreyya kendini yere bırakırken Kaan onu tutuverdi yine. O Kaan’ı, sahnenin rengarenk ışıkları onları takip etmeye devam ediyordu. Kaan’ın aklına yurtta ilk bayramlıklarını giydiği gün geldi. Süreyya nasıl da gülüyordu kırmızı kadife eteğinin güzelliğine hayranlıkla. İlk danslarını yapmışlardı o gün. Belliydi çocuk bedenleri uyumla hareket ederken bir oyunun içinde çok başarılı birer partner olacakları. Kaan’a birincilik ödülü olarak çok istediği bir çift krampon verilmişti. Süreyya’ya da küçük kızların pembe rüyası bir çift rugan ayakkabı…
Final sahnesi için seçilen şarkı başladı. Süreyya geriye attığı adımlarını tamamladığında ayak uçlarıyla birer daire çiziyordu. Bu kez ellerin tanıdık bir ritme eşlik etmeleriyle akıllarında kalan tüm geçmişi sevinçle uğurladılar. Mazinin kalplerinde bıraktığı tüm yaraları birlikte iyileştirmişken aynı bahçede farklı yüzlerle oynamanın, koşmanın, büyümenin tadını çıkarttılar. Geleceklerini, bilmedikleri bir kıtada doğup dünyayı dolaşan bu göçmen dansıyla kucakladılar. Aynı anda yere çöktüklerinde sahne tamamen aydınlandı. Ayağa kalktılar. İzleyenleri gülümseyerek selamladılar.