Birkaç saat önce annemi kaybettim, son hatırladığım lastiğin asfaltta çıkardığı çığlığa
benzeyen korkunç ses! Şimdi kopkoyu bir karanlıkta yürüyorum yalnız başıma, seri adımlarla
arkama bile bakmadan… Nereye gideceğimi de bilmiyorum ama durmak sakıncalı, onu çok iyi
biliyorum.
İleride bütün pencereleri gece kadar koyu bir apartman fark ediyorum, sokak
lambasından gelen loş ışığın bana küçük bir kıyağı sanırım. Yeşil demirden bahçe kapısı tam
kapanmamış, sıyrılıyorum aralıktan usulcacık. Belli belirsiz bir ses geliyor kulağıma, ağlama mı
inleme mi derken apartman kapısında bir silüet görüyorum, dönmeli miyim acaba?
Aklımdan bunlar geçerken keskin gözlerimin de yardımıyla ağlayanın genç bir kadın
olduğunu fark ediyorum. Kırmızı şalına dolanmış genç kadın ağlarken duyduğu sesten olsa
gerek şalını sıyırıyor gözlerinden ve göz göze geliyoruz. Önce bir irkilse de sonrasında sarsıla
sarsıla ağlamaya başlıyor. Şimdi ağzından belli belirsiz sözcükler de çıkıyor; algıda seçicilik mi
dersiniz bilemiyorum, ben o anlamsız kelimeler arasından anlamlı tek kelimeyi çıkarıyorum:
Anne, anneciğim.
***
Miya.
O karanlık gecenin bana en büyük armağanı. Kazancımız kaybımızla ölçülemez ama
birbirimizi bulmasaydık sanırım şimdi ikimizde kaybolmuştuk hayat yolunda. Gecenin en
karanlık anı şafağa en yakın anıdır,derlerdi; öyleymiş. Birbirimizin en karanlık gecesini
aydınlattık, fener olduk, ışık olduk, mum olduk: iyi ki birbirimizi bulduk.
Acılar geride kaldı, aslında geride değil de derinde demek daha doğru olur çünkü
geçen zamanın tedaviye muktedir olamadığı büyük bir yaramız var ikimizin de, sadece ilk
günkü gibi oluk oluk kanamıyor. Arada, bir iki damla sızdırarak varlığını hatırlatıyor o kadar.
O gecenin üzerinden yıllar geçti artık, şimdilerde nispeten aydınlık günler yaşıyoruz.
Bir şirkette çalışıyor Miya beş aydır ve bu aralar aşk sarhoşu. Gelmiş geçmiş bu en kadim
duygu Miya’da da gücünü gösteriyor ve Miya’nın annesinden armağan deniz mavisi
gözlerinin içi yıllar sonra ilk defa gülüyor.
“Gece, ben gel-dimmmmm.”
Geldi benimki, sesindeki neşeye bak. Ooo saçlara ombre mi yaptırmış o? Nasıl da
güzel olmuş, buğday tenine çok yakışmış. Kaşlar şekle girmiş, kirpiklerde de bir değişiklik var,
geçenlerde bahsetmişti kirpik lifting diye bir uygulamadan herhalde onu yaptırmış, denizin
maviliği ben buradayım diyor çünkü.
“Bak bak neler aldım.”
Eli kolu neden dolu diyordum ki aldım cevabımı, bu çılgın kız alışveriş de yapmış, off o
kırmızı elbise harika, ne de yakışır benim selvi boylu Miyam’a.
“Kırmızı çok yakıştı dediler, dayanamadım aldım ama onu giymeyeceğim ilk
buluşmada. Şunları giymeyi düşünüyorum, ne dersin?”
Yani kırmızıyı giyersen adam niyeti bozabilir, iyi düşünmüşsün. Zaten sen çuval giyip
gitsen bile bayılacak da sana.
“Nasıl olmuş Gece?”
Bak ya hemen de giymiş üstüne sarı bluzla haki asimetrik eteğini, fikrimi sormasa
rahat edemez çünkü. İyi de buluşmaya daha üç gün var, kıyafetler neyse de kuaför için erken
olmamış mı Miyam? diye aklımdan geçerken, bu kız yine aklımı okudu. Zaten diğer türlü
anlaşmamız mümkün olmazdı.
“Aslında cuma günü de gidebilirdim kuaföre ama o zaman onun için hazırlandığım çok
belli olacaktı. Ben de erkenden hallettim, randevudan önce iş yerinde yeni halimle görecek.
Nasıl fikir ama?”
Aferin benim Miyama, baştan o kadar şımartmaya gerek yok. Gerçi bu şekilde de
anlar niyetini de, sen her şeyi üstüne alınma mesajını vermiş olacaksın.
“Aaaa Okan arıyor?”
Yarım saat oldu hala konuşuyorlar, bari ben biraz balkona çıkayım. Hay Allah, yine
sehpaya çarptım, devrildi üstündeki ahşap çerçeve, inat etti kaldırmıyor bu kız da bunu
buradan. Bak görüyor musun, bu sefer kırılmış; hatta Mine ve Yakup çiftinin resmi de
yırtılmış. Ne yaptım ben?
***
Evde derin bir sessizlik var o geceden beri. Yüzüne gelen canlılık, gözüne gelen ışık da
kayboldu, ne oldu acaba, ne yaptılar Miyam’a?
Tak tak tak.
Kapı çalıyor, Okan mı geldi yoksa?
-Hoş geldin Rana. Gel canım içeri.
-Hoş bulduk Miyacım. Nasılsın?
-Sorma Rana, berbat durumdayım.
-Anlat bakalım, ne yaptı bu Okan denen hergele?
-Niyeti başkaymış adamın ya da baştan belliydi de ben saflığımdan göremedim.
Yemeğe davet etmişti ya. Gittim tabi heyecanla. Çok romantik bir masa hazırlamıştı. Şarap da
baş köşede. İçtik bir iki kadeh. Sonra yavaş yavaş yanaşmaya başladı. En başta bir şey
demedim, anlamadım zaten o kadar ileri gidebileceğini.
Konuşma bu minvalde ilerledi dakikalarca, Miya anlattıkça ben sinirlenmeye
başladım. Kırmızı giyerse adam niyeti bozabilir diye kendimce espri yapmıştım meğer adamın
niyeti zaten bozukmuş. Pis sapık, faydalanmaya çalışmış benim Miyam’dan. Allah’tan
sarhoşluğun verdiği sersemlikten yalpalıyormuş da elinden kurtulabilmiş bizimki.
-Şikayetçi olsaydın keşke ertesi gün?
-Ranacım şirkette duyulsun da istemedim, bir sonuç alacağımı da düşünmedim
açıkçası. En nihayetinde o saatte adamın evinde ne işin vardı diyeceklerdi?
***
Neydi o söz: İnsan insanın kurdudur, muydu? Ben ufak bir değişiklik yapacağım bu
sözde, bence kadın kadının kurdudur. İnsan sırf hem cinsi diye bu kadar zulüm yapabilir mi
başka bir kadına? Lafa gelince bir de arkadaşlar: Senin omzunda ağladı o kız ya, om-zun-da,
hiç mi sızlamadı vicdanın bunları yaparken?
Rana denen kadın, o gecenin ertesinde yememiş içmemiş benim Miyam’ın başına
gelenleri önüne gelene anlatmış, yetişemediklerine de yetiştirdikleri aktarmış zaten.
Miyam’ın özellikle suskun kaldığı, namusuna halel gelmesin diye şikayetçi olmadığı o konuyu
şirkette bile duymayan kalmamış. Duyan kadınların bir kısmı da sözde teselli mesajı atmışlar,
mesajların ana fikri şu: “O çocuğun evine gidilir mi?”. Duyan karşı cinsten de mesaj atanlar
olmuş, geri kalmamış onlar da, onlarınkinin ana fikri ne olsa beğenirsiniz: “Bu akşam bize
yemeğe gelsene.”
Geçenlerde sosyal mecralardan birinde çok beğendiği bir avukatın sözünü benimle
paylaşmıştı Miyam, ne kadar haklı olduğunu şimdi anlıyorum “Edindiğim tecrübelere göre suç
işleyen herkes kötü insan olmadığı gibi, suç işlemeyen herkes de iyi insan değil.”
***
Anneme çarpan şoförün “Hee, sadece bir kediymiş” deyip umursamaz bir şekilde
yoluna devam ettiği, yerde kalan ölü bedenin üzerinden de defalarca arabaların geçtiği
geceden beri ben insanları hayvanlara düşman sanırdım, yanılıyormuşum. Meğer insanoğlu
güçsüze düşmanmış; atalarından süregelen geleneği devam ettirip düşenden tekmelerini
esirgemezlermiş.