Halley Dergisi

OĞLUNA DA GÜVENMEYECEKSİN

Sinan dedesinin Kayseri’deki köyüne gitmek üzere uçaktaki yerini aldı. Biletini seçerken dikkat ettiği en önemli şey Erciyes’te gün doğumunun varış zamanına denk gelmesiydi. Arkasına yaslandı. Uçağın camından uyku mahmurluğuyla veda etti İstanbul’a. Gözlerini kapattı. Biraz da kulaklığından çıkan neyin sesine bıraktı kendini. Kısa bir zaman sonra hava şartlarının müsaadesiyle görünmeye başladı memleketin kan dolaşımı yemyeşil Kızılırmak. Sonra inişe geçmeden tepelerini etrafına toplayıp masalsı güzelliğini anlatan koskoca Erciyes ilişti gözüne. İnsan her görüşte aşkı böyle tadardı belki de. İhanete ise hiçbir zaman hazır değildi.

Sinan uçağı terk edip bavulunu aldıktan sonra havalimanı çıkışına koştu hemen. Her zamanki gibi torununu bekleyen dedesi gülümsüyordu gençliğe, yaşlılığın yorgunluğunu arkasında bırakarak. Sinan hem dedesini gördüğüne sevinçli hem de dedesinin duyduğu gurura layık olamadığından buruk. Dünyada insanın insana kavuşmasının en güzel temsilcileri dede torun kucaklaştılar. Bir taksi tutup Ağırnas Mahallesi’ndeki evlerine doğru yola koyuldular. Akşamüstü mahalle kahvesine giderken gün batımında serinleyen havaya karşı dedesi memlekete bir mimar kazandırmaktan duyduğu onuru gocuk gibi geçirecekti üstüne. Sinan ise utancından pembeye boyanacaktı yanaklarından başlayarak. Mütevazilikten değil de bu kez yeni bir alışveriş merkezi inşaatı projesinde görev almakta olan utancını saklamaya çalışacaktı köyde son kalan taş ustalarından.

Avlunun mavi kapısını açar açmaz anneannesinin kaşık mantısına hazırladığı sosun kokusu gelivermişti burnuna. Kapının açıldığını duyan yaşlı kadın hemen koştu torununun yanına. Eski topraktı ne de olsa. Temeli sapasağlam yılların eskitmeyi beceremediği kadar ayakta. İçerideki sedire oturduklarında yoldan geldin susamışsındır diye üzüm hoşafını da tutuşturuverdi eline.

Güneş batarken avlunun arka tarafındaki patikadan köy kahvesine vardılar. Taş ustaları özenle giyinip tıraş olmuşlar Sinan’ı beklemekteydiler. Masaları her zamanki gibi cam kenarında Erciyes manzaralıydı. Okumuş adamdı Sinan. Karşısına temiz pak çıkmak lazımdı. Kahvede gördüğü saygı da hoşuna gitmişti aslında. Pürdikkat kesiliyorlardı ağzından çıkan her cümleyi akıllarına kazımak için. Dedesinin aklına sebebi ziyaretini sormak gelmişti her şey tıkırında ilerlerken. “ Sahi nidiyon oğlum sen burada? Niden geldin? Ahmet bak hele. İki çay daha gop getir bize oradan.” Ne deseydi Sinan? Bir alışveriş merkezinin temeli atılacak yarın. O yüzden goparak geldim. Parası da gani diye nasıl derdi. “Niye olacak dede? Yakın bir ilçede bir kervansaray restorasyonu için geldim.” Cümlesi dökülürken dudaklarından gözlerini koca Erciyes’e çevirmişti. Halbuki yarından sonra kervansarayın yerinde yeller esecekti. “ Efferim oğlum. Efferim. Görüyonuz mu emmileri? Bizim ağalarımız da Anıtkabir’de alın teri dökmüştü zamanında. Hadi gel la oğlum. Sabahleyin iş seni bekler.”

Eve döndüklerinde sabahı zor etti Sinan. Önce cebindeki bakanlık iznini yırttı. Sabah ayazında yanan kağıdın çıtırtısını duyarken keyfi biraz olsun yerine geldi. Horozlar öter ötmez yoluna koyuldu. Şantiye alanına geldiğinde ustabaşı çayının son yudumuyla beklemekteydi. Sinan’ı karşısında görünce “Hadi Bismillah” diye yerinden kalktı. Sinan “Otur usta” deyince “ Ee hemen başlayalım. Günler kısa bu vakitler” dedi. “Kusura bakmayın sizi de buraya kadar yorduk. Bakanlıktan beklediğim izin henüz ulaşmadı” diye yanıtladıktan sonra ustabaşı ve şantiyedeki işçilerin birer günlük yevmiyesini, yol parasını ödedi.

İstanbul’a kabuslarıyla birlikte döndü. Kendini birdenbire alışveriş merkezinin otoparkında bir konser platformunda kurulmuş mahkeme salonunda buluyordu. Hakimin karşısında “Yine aynı şeyi yapardım. Cezama razıyım” dediğinde izleyenler hep birlikte alkışlıyordu onu. Alkışlayanlar arasında dedesi, anneannesi, taş ustaları, işçiler ve ustabaşının yüzlerini seçebiliyordu. Sonra kervansarayın ortasında koşturan çocuklarını görüyordu. Hapse girme düşüncesi çıkmıyordu aklından. Kaçıncıya uyandığını bilmediği işsiz bir sabahta ekmek ve gazetesini aldı. Dokunmatik ekranda haber okumaktan keyif alamıyordu hala. İlk sayfadaki “Babasını da dolandırdı” manşetini görür görmez hızlıca okumaya başladı. Ünlü iş adamı Sadık Saraylıoğlu’nun inşaat mühendisi oğlu Tarık Saraylıoğlu temeli atılacak alışveriş merkezi inşaatını durdurmuş, yatırım için kullanılacak sermayeyle ortadan kaybolmuştu. “Allah be!” diye sevinçle yerinden fırladı. Salonda asılı Erciyes fotoğrafına bakarken elini kalbine götürüp bir oh çekti Sinan.

Exit mobile version