Site icon Halley Dergisi

PORTAKAL SEVGİSİ – İREM SEVAL

Üç gün sonra yapılacak Japon gecesi için Hokusai’nin resimleriyle süslenecek t-shirt’leri yetiştirmeliydim. İşe koyulmadan önce daima boyundan büyük işlere kalkışan küçük kızımın akvaryumdaki Portakal’ı takip ettiğini farkettim. Zeynep’i Portakal’dan uzaklaştırmak için mama sandalyesine oturttum. Oyalansın diye tablet bilgisayarda bir çizgi film açtım. Sonra da çalışma odama geçtim.

Kendime göre bir müzik seçip Japonların baskı tekniğiyle kumaşların üzerini süslemeye başladım. Havai Fişekler, Manga Çizimleri, çiçekli elbiseleriyle Japon kadınları, samuraylar derken içerisinde kutsal bir dağı saklayan Kanagawa’nın Büyük Dalgası’na sıra geldi. Prusya mavisinin tonu istediğim gibi olmadı bir türlü. Böylece bıraksam aklım resimde kalacaktı günlerce. Birdenbire annemin sesi çınladı kulaklarımda. “Kızım işe güce o kadar daldın ki şuncağızı ardında bırakıp boğulacaksın bir gün. Güvenme benim gibi bir ayağı çukurdakine.” Gözlerim buğulanınca birden hakim olamadığım bir refleksle boşluğa düşen elim devirmişti boya şişesini. Baştan aşağıya maviye boyanmadan Zeynep’le de ilgilenmeliydim. Anneannesi hayata veda etmişken daha da hırçınlaşan kızımı sanal bir hapishaneye mahkum etmiştim. Güya ona daha iyi bir gelecek sunacaktım. Bana ve başkalarına göstereceği sağlam bir diploması, benden daha iyi bir kariyeri olan sevgisiz bir yetişkin olması için elimden geleni yapacaktım.

Görüş alanımdan çıkmak için kesin banyoya gitmişti. Belli ki o suyla doldurulup da oyuncak ördeklerini, kurbağalarını, bebeklerini yüzdürdüğü küvetinde yeni maceraların peşine düşecekti. Beni yine gergin bir sapan lastiğindeki taş gibi yerimden zıplatmak niyetindeydi. Fakat bu kadarını yapacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Banyoya gidip neler karıştırdığına bir bakayım dedim. Bir felaket manzarasıyla daha karşılaşmadan önce Portakal’a da biraz yem verecektim. Masanın üzerindeki akvaryum uçup gitmiş olamazdı. Bir de ne göreyim! Salonun girişindeki halı üzerinde güneş ışıklarıyla parlayan cam parçaları ve ıslaklıkla Tuz Gölü’ne dönmüştü. Onu çok fazla ürkütmemek için sessizce banyoya yöneldim. Yerdeki küvetteki köpüklerin arasında duran oyuncaklara bir göz attım. Balık da Zeynep de banyoda yoktu. Salona koşarken deliye dönmek üzereyken koridor zeminindeki su damlacıkları çarptı gözüme. Bütün deliller mutfağa gitmem gerektiğini işaret etti. Claude Debussy’nin La Mer’i de çalışma odamın açık kalan kapısından çıkıp telaşıma ortak oluverdi. Mutfak masasının başında bulduğum Zeynep’in gülen gözleri su bardağının içinde süzülerek gezen Portakal’ı izliyordu. Kanı beynime sıçratmış olsa da hayatımdaki en güzel saklambacın sobesiydi.

Exit mobile version