Tatil dönüşü ilk iş gününün sabahı rehavet ile zindelik arası bir modda ofisin yolunu tuttum, gözümün önünde uzak adalar, burnumda egzotik kokular… Beni bekleyen iki toplantı, beş telefon görüşmesi ve birikmiş birkaç yüz e-posta vardı. Gün boyu kalp grafiği gibi inip çıktı performansım. Genel olarak idare ettim ama aralarda kafamı hiç toplayamadığım anlar da oldu, normal, tatil pası. Bütün hafta, karşıdan gelen tenis toplarını karşılar gibi birikmiş işler ve yeni işler arasında koşturarak geçti. Bazı topları da yere düşürdüm, haftanın sonuna doğru -yorgunluktan olacak- arttı bunların sayısı. Neyse, hafta sonu biraz kapanır toparlarım dedim.
Cumartesi kahvaltıdan sonra açtım bilgisayarı, ilk maddeden başladım okudum, düşündüm, ne desem bilemedim, park edip geçtim. İki, ortalığı ayağa mı kaldırsam, kulağımın üstüne mi yatsam, zor, bu da parka. Üç, başlık “İki dakikanızı ayırır mısınız?”, on beşinci dakikada hâlâ düşünüyordum, parka. Dört, doluya koydum almadı boşa koydum dolmadı, parka… Beş, çok zaman var. Altı, karmaşık… Yedi, nazik… Sekiz, politik… Dört saat masanın başında oturmuş ama listeden tek bir madde eritememiştim. Pazar, evden çıkmak işe yarar deyip sitenin kafesinde çalıştım. Bu sefer yanlarına ufak notlar alarak, artılar-eksiler şeklinde karşılaştırma tabloları yaparak. Değişen bir şey yok. Gözümün önünde tetris gibi uçuşan yapılacaklar listesiyle hafta sonunu bitirdim.
Pazartesi geldi geçti, gün sonu itibarıyla hiçbir konuyu sonuca bağlayamamış, bir hayatta kalma refleksi olarak daha fazla gecikirsem başımı belaya sokacakları belirlemiş, zaman kazanma stratejileri uygulamaya başlamıştım.
Sonraki günlerde listedeki maddeler çerez tabağının dibindeki sürekli ertelenen sert leblebiler gibi birikmeye devam etti. Haftanın ortasından itibaren hatırlatma ve hızlandırma ricaları almaya başladım, Cuma da yöneticimden ilk fırçamı yemiş oldum. İşteki durum yetmezmiş gibi -herhalde işe kafayı taktığımdan- evde de, sokakta da borular tıkanmaya, bazı anlar akmamaya başladı.
Cuma akşam bir ufak açtım, iç hafifleten müzikler eşliğinde, iştekilerin “Sen iyi misin”leri ve içimdeki “noluyor bana”lar arasındaki sıkışıklığımdan sıyrılmaya çalıştım. Düşüncelerimi berraklaştırmaya çalışarak demlenirken gözümün önünde şöyle bir resim belirdi: Dört şeritli kalabalık bir yolda tam gaz giderken yol çizgileri birdenbire yok oluyor ve yolun neresinde olduğumu bilemez hale geliyorum. Kendimi öndeki, arkadaki, yandaki arabalara göre güç bela hizalamaya çalışıyorum. Diğer arabalar her şey yolundaymış gibi yollarına devam ettiği için onların çizgileri görmeye devam ettiğini, bunun sadece benim başıma geldiğini anlıyorum. Bunun neden ve nasıl olduğuna akıl sır erdiremiyorum… Şişenin dibini bulduğumda tünelin ucunda bir ışık görmüş gibi hissettim. Böyle olmazdı, şeritsiz yolda kendime el yordamıyla da olsa şerit çizmenin bir yolunu bulmalıydım. Sabah salim kafayla düşünecektim.
Sabah gözümü açar açmaz elime kağıdı kalemi aldım, bana ne olmuş olabileceği ile ilgili olasılıkları sakin bir şekilde teker teker gözden geçirmeye ve her biri için eylem planı yapmaya çalıştım… Bir, bir yerimde hastalık olabilir. Eylem, kapsamlı check-up randevusu al. İki, bunalıma girmiş olabilirim. Eylem, psikolog randevusu al. Üç, vitaminsiz kalmış olabilirim. Eylem, D vitamini ve multivitamine başla. Dört, bu işi yapma isteğim ya da kabiliyetim ya da her ikisi birden tükenmiş olabilir, peki ama nasıl birdenbire, zaten tek konu iş de değil neyse olasılık işte. Eylem, -tatilden de yeni geldim ama rahatsız olduğunu söyleyip bir hafta izin al, hem doktor işlerini hallet hem kendini dinle. Elimde sisten çıkmak için telden de olsa bir pusula var gibi hissettim, bir planı olmanın ferahlığını duydum, ufak bir oh…
Bir yandan bunları planlarken bir yandan da gündelik hayatımı cehenneme çeviren irili ufaklı tıkanıklıkları açmaya yardımcı olacak bir şeyler bulmalıydım. Her bir şeye karar vermek için kafa patlatacağıma “Bu işe pratik yöntemler geliştirebilir miyim acaba?” dedim. Basit düşünmeye çalıştım. Kararları gruplara ayırdım. İlk grup, iki seçenekli olanlar. Orta grup, üç ya da dört seçenekli olanlar. Son grup, dörtten fazla seçenekliler…
İlk grup en kolayı, bunun için zar taşımaya karar verdim. Böylece üçe kadar gelirse pizza, üçten büyük gelirse makarna söyleyebilecektim hiç düşünmeden. Küçük gelirse televizyon, büyük gelirse kitap. Küçük gelirse spor, büyük gelirse uyku. Bu epey maddeyi hallederdi. Özel açıklama, ikna, ispat gerektirmeyen iş konularına da uygulanabilirdi üstelik, hangi seçenek diye kıvranmadan akmaz kokmaz iş kararlarını bununla verebilirdim. Ev dışındaki yerlerde zarı gizlice atmak gerekecekti sadece, bu da bir şekilde hallolurdu. Ofiste masaya süs objesi gibi koyardım, öylesine oynuyor gibi yapar, gelen zara göre hareket ederdim. Restoranda cüzdanımdan masaya, sokakta cebimden yere düşürmüş gibi yapar, çıkana göre kararımı verirdim. Birkaç zar edinmek lazımdı; evdeki her odaya bir tane, bir tane ofisteki masaya, bir tane cüzdana, bir tane de arabaya koysam işimi görürdü.
Orta grup için ufak bir alet yapmayı düşündüm birkaç basit malzemeyle. Bir parça karton aldım, içinden bir yuvarlak kesip çıkarttım. Yuvarlağı dörde böldüm, bölmelere bir, iki, üç, dört yazdım. Kartondan bir tane de ince üçgen kesip ibre yaptım. İbreyi raptiye ile yuvarlağın ortasına tutturdum, böylece ibreyi döndürüp durduğu alternatifi seçebilecektim. Karar çarkıyla “berbere hangi gün gideyim?” gibi birkaç seçenekli kararları rahatlıkla verebilecektim.
Çok seçenekli kararları içeren son grup içinse karar konusuna özel yöntemler geliştirmek gerek diye düşündüm. Her gün en çok zamanımı alan, sinirimi en çok bozan karar konusu olarak kıyafet seçiminden başlamaya karar verdim. Gardırobu evdeki iki valiz ve marketten aldığım bir büyük kutuya boşalttım, küçük odaya koydum. Kafa sağlığım için biraz para harcamayı göze alabilirdim. Karar çarkıyla gideceğim AVM’yi, karar zarıyla en çok giydiğim iki markanın hangisinden alacağımı seçtim. Aynısından iki siyah takım elbise, üç beyaz, iki mavi gömlek, tamamen tezgahtarın seçimine bırakarak beş kravat aldım. Takım elbiseyi ütüsü bozulunca ötekine geçecek şekilde, gömlekleri haftanın beş günü beyaz-mavi-beyaz-mavi-beyaz şeklinde, kravatları da rastgele sıradaki şeklinde üzerinde bir saniye bile düşünmeden alıp giyebilecektim. Gerçek bir oh!
Cumartesi akşamı, işten izin ve doktor randevularını almış, bir dizi pratik karar yöntemi geliştirmiş, gardırobun en azından iş kısmını halletmiş olarak keyifle biramı açtım, televizyonun karşısına geçtim.
“…İlk olarak Tayland’ın Koh Samui adasında ortaya çıktığı tespit edilen virüsün beynin orbitofrontal korteksini etkilediği, en büyük zararı ise karar alma mekanizması üzerinde oluşturduğu ifade ediliyor. Kliniklere başvuran hastalar, belirtileri ‘Günler içinde hiçbir konuda karar alamaz hale geldim.’ şeklinde aktarıyor. Dünya Sağlık Örgütü küresel sağlık krizi tehdidine karşı alarma geçerken, uzmanlar, son birkaç hafta içerisinde bu bölgeye seyahat etmiş kişiler başta olmak üzere bu belirtileri gösterenlerin en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalarını öneriyor.”
Kulaklarımda korkunç bir uğultuyla kanepeden fırladım. “Hangi hastaneye gideyim şimdi ben? Karar çarkım nerede?”