Eşyalarımı toplarken yıllardır sakladığım fotoğraf albümü geçti elime. İşi gücü bırakıp çekildim bir köşeye ve fotoğrafları teker teker gözden geçirmeye başladım. Birden yüzüme bir tebessüm yayıldı.
Elimdeki çocukluk fotoğrafımdı. Bir bahçede, kırmızı bir salıncakta sallanıyorum. Üzerimde pembe bir elbise var. Salıncakta sallanırken rüzgar, elbisemin fırfırlarını uçurmuş. “Ne kadar da sevimliymişim.” diye içimden geçirdim. Sonra diğer sayfaya geçtim. Bu, ailemle çekildiğimiz bir fotoğraftı. Bütün aile, anneannemlerin evinde toplanmışız. Elimde, her an düşecekmiş gibi duran bir top vanilyalı dondurma var. Gülümseyemedim… Bir damla yaş kirpiklerimden yanaklarıma süzüldü, fotoğrafa damladı. Resimdekilerden biri hayatımın geri kalanında olmayacaktı.
Bana annemin kazada öldüğünü söylediler.Onu öyle çok özledim ki… Onun kokusunu bir kez daha ciğerlerime doldurmak için neler vermezdim. Annesizlik öyle zor ki… Hayal meyal hatırlıyorum yüzünü. Eh, yedi yaşına henüz basmış bir kızın aklında ne kadar kalabilirse, o kadar. İyi ki fotoğraflar var. Çok güzel bir yüzü vardı anneciğimin. Babam: “Kalbinin temizliği yüzüne vururdu.” der ondan bahsederken. Keşke yanımda olabilseydi. Beni sarıp sarmalasa, okşasa saçlarımı, kulağıma şarkılar fısıldasaydı. Acaba o da gittiği yerde beni özlüyor mudur? Özlüyordur herhalde güzel yüzlüm.
Annem yok yanımda. Herkesin yanındayken annesi bu çok zor geliyor. Karşılaştığımızda soracağım ona: “Neden bu kadar erken gittin? Neden beni bırakıp gittin?” Belki onunla karşılaşınca serinler özlemle yanan kalbim.
Annem… Sol yanım…