“Tanrıyı güldürmek istiyorsan, ona planlarından bahset” *
“Her daim kendi gözlerimin içinden Kemal’imi gördüğüm aynaya bakıyorum. Kolyemi inceliyorum. Yirmi yıldır ince ince işlediğim yüz, en gerçek haliyle karşımda duruyor. Şimdi tüm tabloları yeniden yapma zamanı diye düşünürken bulutların arkasından çıkan güneş aynaya deli deli gülümsüyor. Bir görünüp bir kaybolurken sırlı perdenin içinden Kemal göz kırpıyor. Geri çekiliyorum. Boynumdaki kolyeye kayıyor gözüm, Kemal oradan konuşuyor, “Kavuştuk, bu en güzeli” diyor. Gözlerimi kaçırıyorum aynadan, kayboluyor. Tanrının gören gözleri var!
Etamin tablolarımı, küçük çerçeveleri, çalışma yaptığım çerçevesiz bezleri; tüm işlerimi yan yana diziyorum. İlk işlediğimden başlayarak hepsinde onunla göz göze geliyorum. En eskisinde başka bir adam bakıyor bana. Yüzler ona benzemeye başlarken göz kırpıyor, bu sefer gözlerimi kaçırmıyorum, korkmuyorum. İkincisinde kafasını yana eğip bakıyor, sırayla her birinden başka bir yakınlık görüyorum: öpücük atıyor, kulaklarını oynatıyor, burnunu kırıştırıyor, kaşlarını oynatıyor, dil çıkarıyor. Güldüğüm, sevdiğim her mimikle selam veriyor. Kolyeye geldiğimde “gel,” diyor. Gitme vakti! Tanrının gören gözleri var! Hazırlanmak gerek!
Çerçeveciyi arıyorum, siparişimi veriyorum. “Bir metreye bir metre, el işlemesi, yaldız olsun. Vakit yok, en acilinden hazırla,” diye tembihliyorum. Sandığın dibinde sakladığım ipek kumaşımı çıkarıyorum. Gözlerden başlıyorum. Önce kendi gözlerimi, sonra Kemal’in gözlerini işliyorum: kaşları, geniş alnı, uzun kirpikleri, küçük ve düz burnu, dolgun dudakları. İğnelerden nasırlaşmış parmak uçlarımı ürkekçe gezdiriyorum dudaklarında, canını yakmaktan korkuyorum. Tenim ürperiyor, içimde bir titreme, nefesi geziyor ellerimin üzerinde. Gitme vakti! Tanrının gören gözleri var!
Aynanın karşısına geçiyorum. En güzel gülümsememi takınıyorum yaşlı yüzüme. Kırışıklıklarımı bir kenara koyuyorum. Gözlerimin altındaki torbaları avuçlarımla yokluyorum. Akan göz yaşlarıma aldırmıyorum. Kemal’in gittiği günkü hüznümü takınıyorum yüzüme, al yanaklarımı, diri tenimi, güçle bakan gözlerimi, dökülmemiş kaşlarımı, içi sızlayan burnumu işliyorum. Kemal’in yanına ona yakışan Fahriye’yi koyuyorum. Gitme vakti! Tanrının gören gözleri var!
Günler sonra Kemal ve Fahriye’yi yan yana getirebiliyorum. Yatağın üzerine seriyorum. Her detayı gözden geçiriyorum. Tüm ipliklere tek tek dokunuyorum. Ütü masasına alıp saatlerce süren ütü merasimiyle devam ediyorum. El işlemeleri takdire şayan çerçeveye takıyorum. Çalışma masamın arkasındaki duvara asıyorum. Hemen önümde duran siyah aynadan tablomu izliyorum. Kemal önce gülümsüyor, göz kırpıyor, kaşlarını oynatıyor, komik olmayı her seferinde beceriyor. Ardından çıkıp geliyor tablodan.
“Oradaki Fahriye’yi değil seni istiyorum. Hadi gidelim.
Tanrının gören gö…”
Bir haftadır her aradığımda kısa cevaplarla beni geçiştiren teyzem, son yirmi dört saatte telefonlarına cevap vermiyordu. Gittiğim tatili yarıda kesip korkuyla geldiğim evinde acının ve mutluluğun her tonunu yaşadım.
Eve girdiğimde masasının başında oturuyordu. Zaman zaman yaptığı gibi kendi içine kapanıp sessiz kaldığı günlerden birini yaşadığını düşündüm. Yanına gittiğimde kaskatı kesilen bedeninin beni beklediğini anladım. Masanın üzerinde duran defteri bana her şeyi anlatıyordu.
Yazılanları tuhaf bir gülümsemeyle okurken içime akan gözyaşlarım kalp çarpıntılarımı arttırıyordu. Siyah çerçeveli aynaya baktığımda arkadaki kocaman tabloyu gördüm. Bu son yolculuğunun biletiydi. Belki de bana bir hatıra… Aynayı aldığı günü hatırladım. Eniştem verirken “Baktıkça benim nasıl bir güzelliğe âşık olduğumu sende gör,” demişti. Onun ardından her baktığında “Senin yokluğunda güzelliğim kayboldu,” derdi. O ayna dert ortağıydı.
Şimdi ayna ve tablo benim evimde karşılıklı duruyor. Belki son nefesimde teyzemle eniştem gelip benim elimden tutarlar, doğduğum gün olduğu gibi…
Tanrının gören gözleri var!
*Meksikalı film yönetmeni Alejandro González Iñárritu ’nun, “Paramparça aşklar ve Köpekler” filminden alıntıdır.