Kıtalararası savaş Dione gezegeninin tamamını sarmışken her kıtadan birer gemiye bindirilen bilim adamları ve sanatçılar Tetis gezegenine kaçırılıyordu. Yalnızca okyanuslardan oluşan bu gezegende yaşamak için küçük birer şehir kapasitesinde gemiler inşa edilmişti. Köklerini, anılarını, ailelerinden kalan her şeyi bırakarak yaşama tutunmak için yeni bir hayata göç ediyorlardı geri dönme umutları da dijital bir çağdan silinmiş olarak.
Maya aylar süren çabasından sonra Aprika kıtasından Tetis’teki Asu’ya gidecek olan Harmony adlı gemiye binmeyi başarmıştı. Bir bilim adamı kadar kıymetli olmadığından yolculuğa bir kamarot olarak katıldı. Uzun kumral saçlarını kestirip güzel yüz hatlarını bir erkeğinkine benzetecek makyajı yapmayı öğrendi. Sesi ise hiç problem değildi. Çocukluğundan beri geliştirdiği taklit yeteneğiyle eğlenceli bir oyundan ibaretti. Hep iyi niyetinden kaybettiği için de kendisine gönderilen mavi kimlikteki adının Ares olmasını istedi. Maya tamamen Ares olmayı öğrendikten sonra görevine atandı.
Dione gezegeninde bıraktığı geçmişe veda ederken yanına yalnızca kitaplarını aldı. Amansız rekabetin kana, vahşete dönüştüğü yerde ona arkadaşlık eden yalnızca kitaplar değil miydi? Bir sperm bankası ve bir embriyo tesisinde üretilerek dünyaya geldiğinden biyolojik akrabalarını hiç tanımamıştı. Gemideki küçük kamarasına yerleşti. Kitaplarını yatağının yanındaki küçük masaya dizdi. Gümüş grisi denizci kıyafetlerini giydi. Duvarda asılı duran aynada sakal ve bıyık işini de hallettikten sonra Ares’e dönüşüverdi. Aslında denizcilerin sinekkaydı tıraş olması gerekirdi. Neyse ki şu yüzyılda hâlâ her yerde sakala gösterilen ilgi ve hürmet onun bebek yüzünü örtmüştü.
İlk önce yedinci katta bulunan kaptan köşküne gidip kaptanın taleplerini elindeki tablete not etti. Oldukça genç olmasına rağmen kaptan babacan bir adama benziyordu. Sonra akşam yemeğinin düzenlendiği on üçüncü salonda profesörleri ve genç akademisyenleri karşıladı. Harmony’deki tüm kapılar parmak izi okuyucuyla açılıyordu. Dört bin odalı gemide yalnızca bir odaya girilmesi yasaktı. Duvarlardaki aynaları görüntülü aramada kullanabildikleri için kılık değiştirirken çok dikkatli olmalıydı. Maya’nın bir görevi daha vardı, kulak arkasına monte edilen küçük telsizle gemide olup biten her şeyden Tetis gezegeninin gözetim kulesindeki çalışanları haberdar edecekti. Konuşulanları rahatça dinleyip rapor edebiliyordu. Tanıştığı herkes tarafından çok sevildiğinden yolculuğun tüm sır kapıları kendisine açılmıştı. Fakat şu kimsenin giremediği odanın kapısını bir türlü açamıyordu. İçeride neler olduğu konusundaki merakından sürekli okyanustan daha derin olan düşüncelere dalıyordu. Bu halinden dolayı kendini ele vermekten de korkuyordu. Bu kadar gizli tutulduğuna göre içeride devlet hazinesi saklanıyor olabilirdi. Ölümsüzlüğün sırrı mıydı yoksa?
Bir akşam geminin tüm elektrik tesisatından sorumlu akademisyenin odasından çıkan garip bir adam gördü. Akademisyenin kendi odası olmasına rağmen bu adam da parmak iziyle odanın kapısını kilitleyebiliyordu. Bıyıklı ve sıska haliyle hiç de yabancı görünmüyordu. Elinde bir kuş kafesiyle gizli odaya giden koridora yöneldi. Arkasında beliren iki görevlinin taşıdığı koskoca kutuyu görünce adamın kim olduğunu anımsadı. Tesla’nın kutusu… Hayret bir şey! Tesla’nın gizli odada ne işi vardı? Herhalde gidecekleri ülkede elektrik ücretsiz olacaktı. Bu garip durumu derhal kuleye bildirdi. Başlığının altındaki gizli kameraya da gördüklerini kaydedebilmişti.
Sabah güverteyi süpürmek için uyandığında odaya kapsüller dolusu süt götürüldüğüne tanık oldu. Robot süpürgeyi otomatik moda alıp o kadar sütü ne yapacaklarını dördüncü kattaki karşı odanın balkonundan izlemeye koyuldu. Sütü götüren robot servis aracının bomboş halde odadan çıktığına tanık oldu.
Aynı günün akşamı beşinci kat koridorundaki antika kilimleri temizlerken odalardan birinden Frida Kahlo çıktı. Merdivenlerden kaptanın yanına çıkarken Van Gogh’la çarpışma tehlikesini atlattı. Gece yarısı yeniden gizli odaya girme planları yaparken az kalsın Mozart’a yakalanıyordu. Okyanusun ortasında serap göremeyeceğine göre aklını yitirdiğine inanmaya başlamışken beşinci güvertede gördüğü oyuncak sepeti taşıyan bir kadının peşine takıldı. Aydınlık koridordan geçerken kadının koltuğunun altında bir masal kitabıyla Margaret Atwood olduğunu fark etti. Bir yandan yabancı değilmiş diye sevinirken bir yandan da hâlâ olan bitene anlam veremiyordu.
Birkaç hafta sonra kaptana akşam yemeğini götürdüğünde dümende bulduğu gözlüklü beyaz saçlı adam başka biriydi. Şuraya bırakabilirsin derken kaptanın sesini duyunca gördüğünün gerçekten Stephen King olmadığını anladı. Bir yandan gördüklerini çözmeye başladığına sevinmişken bir yandan da gerçek olmadığına üzüldü. Peki, başkalarının kılığında ne yapıyordu yasak odada bu insanlar? “Beni böyle gördüğüne şaşırdın mı?” dedi kaptan. Kafasıyla onaylayıp dinlemeyi tercih etti. Gemi büyük Okyanus’un ortasına geldiğinde uzaya fırlatılmadan olup biten her şeyi öğrenmeliydi. “Kendi aramızda tiyatro yapıyoruz işte canım” sözüne karşılık inanmış gibi yapıp yalnızca gülümsedi. Telsizin ses ve görüntü düğmesine basıp kuleyle irtibata geçti. “Neden dünyadaki ünlü insanları canlandırıyorsunuz bu oyunda?” diye sorunca “Dünyadaki kardeşlerimiz sahip oldukları güzelliklerin değerini bilmedikleri için bizden bir asır önce tamamen yok oldular. Bu güzelliklerin Tetis’te kurulacak olan yeni ülkenin gelişimine ve bütünlüğüne katkısı olacağını düşündük.” Yanıtını aldıktan sonra bu durumun gizli odayla bağlantısını sormaktan çekindi Maya. “Seyircilerimizi görmek ister misin?” diye sordu kaptan. Maya “Tabii ki. Fakat vaktinizi almak istemem” dedi yine nazikçe gülümseyerek.
Kaptan köşkündeki asansörle gizli odanın olduğu kata indiler. Maya’yı heyecanlandırmaya başlamıştı bu durum. Bir davulun durmak bilmez ritmini andıran kalp atışının duyulmasından endişe etti. Makine dairesi girişini andıran yuvarlak kapının önüne geldiler. Kaptan kolundaki saate “Arinne kapıyı aç” komutunu verdiğinde kapı açıldı. Dar bir merdivenden inip hafif karanlık bir koridordan geçtiler. Daha büyük bir kapının önüne geldiklerinde “Arinne ikinci kapı” diye seslendi kaptan. Kapı açıldığında gençlerin olduğu bir okula girdiler. Okuldaki bilgisayar donanımı ve sistemine rağmen tavanlarda dizili binlerce kitabın varlığına çok şaşırdı. Kaptanı gören her genç ise çok seviniyor ve onu saygıyla selamlıyordu. Okul görevlilerinin odasına geldiklerinde ise başka bir kapının önünde durdular. Kaptan “Arinne üçüncü kapı” dedi ve üçüncü kapı da açıldı. Neyse ki Maya küçük dilini yutmadan kendine gelebildi. Üzerindeki tüm görüntüleme ve dinleme tesisatını kapattı. Yemyeşil ağaç dallarına kurulmuş salıncaklarla, kum zemini üzerine yapılmış kalelerle dolu oyun parkları. Neşe içerisinde evcil hayvanlarıyla birlikte parklarda koşturan çocuklar… Bir grup çocuk Van Gogh’la sapsarı günebakanları resmediyordu. Başka bir grup Margaret Atwood’un etrafında toplanmış bir kitabın en heyecanlı satırlarını dinliyordu. “vay canına!” nidasıyla kendini tutamazken neredeyse sesini değiştirmeyi unutup kendini ele veriyordu Maya. “Muhteşem değil mi? İnsanın çocuk olası geliyor. Çocukları dijital çağın çöküşünden kurtarıp bir gemiye kapatmak zorunda kaldık. Fakat aynı zamanda çocukluklarını yaşayabilecekleri bir okyanusa bıraktık.”
Güzel kokulu akasyaların, ıhlamurların arasından geçtikten sonra son kapıya geldiler. “ Arinne dördünce kapı” deyince aralanan kapıdan müzik taşmaya başladı. Savaştan kurtarılan bebekler Mozart’ın müziği eşliğinde uyutuluyordu. O kocaman yıkımdan sonra huzur doluydu küçük bedenleri.
Kayıt cihazlarına ulaşılamadığını hemen fark eden kule Maya’ya acil durum sinyali gönderdi. “Bir matematik profesörü acil durum sinyali göndermiş!” diyerek telaşla kaptanı olduğu yerde bıraktı ve geri döndü Maya. Kaptan Ares’in sesindeki dalgalanmalarda, telaşlı ve hızlı hareketlerinde bir tuhaflık seziyordu. Bu kez merakını gideren taraf olmayı seçerek Arinne’ye seslendi. “ Arinne, Ares’i takip ederek bana gideceği yeri hemen söyle!” Arinne kaptanın saatine Ares’in konumunu gönderdi. Herhangi bir akademisyenin odasına değil kendi odasına gitmişti. “Arinne gizli görüntülü arama” dediğinde ise odada konuşulanları duymaya başladı. O da nesi? Demek ki gemide kılık değiştirenler yalnızca eğitim gönülleri değildi. Ares’in sesi resmen kadın sesiydi. Bağlantı kurduğu kişilere kamerayı kapatmasının sebebini anlatıyordu. Bir süre Ares’i takip etmeye karar verdi.
Ares yani Maya ise o sırada görevini kötüye kullanmadığını kuleye açıklamaya çalışıyordu. Savaştan kurtarılmış küçük yüreklerin dünyasını bu işe karıştırmak istemediğini belirtti –görevden men edilmek pahasına-. Ares hüzünlü, güzel yüzündeki makyajı tazeleyerek gemide akşam yemeği sonrasındaki kat temizliğine koyuldu. Altıncı katta bir odanın camlarını açtı. Odaya dolan okyanus havası biraz da olsa içini ferahlattı. Yatak çarşaflarını değiştirirken koskoca gemi ani bir dalgayla sarsıldı. Sendeleyip düşecekken kaptanın kollarında buldu kendini. “Korkma! Emin ellerdesin” derken sinsice gülümsedi kaptan ona. Yalnızca “Teşekkür ederim” diye yanıtladı Maya.
Geminin uzaya fırlatılacağı tesise varışına az kalmıştı. Kaptan sürekli Ares’i düşünmekten bazı işleri aksatır oldu. Merakını yenemiyordu. Erkek kılığına girmiş bir kadını nasıl -sürekli- düşünebilirdi? Üzerindeki denizci kıyafetlerine rağmen beyaz ellerinin, ince uzun parmaklarının güzelliği gözden kaçmıyordu. Bir de soluduğu havada olsaydı hep saçlarının hoş kokusu. En son aşk diye bir duyguya rastlamıştı dünyadan kalma bir belgeselde. Oradaki gibi kalbi olan bir canlı yaşayabiliyordu herhalde. Şu üzerindeki gökyüzü gibi değişken ve yağmuru da güneşi de durdurulamayacak kadar içten… O akşam gerçek yüzünü görmek için ilk kez bir yasağı çiğnedi. Arinne’ye görüntülü arama emrini verdikten sonra Ares’in odasını izlemeye koyuldu. Üzerindeki denizci kıyafetlerini çıkartan Ares, erkek iç çamaşırlarıyla bile mermer üzerine özenle işlenmiş Afrodit’i andırıyordu. Uzadığı için geriye doğru topladığı saçlarını elinin tek hamlesiyle dağıtınca kadife bir kahve dökülüverdi heykelin omuzlarına. Havlusunu yanına alıp duş kabinine girdi. Ne yazık ki kabin aynanın görüş alanına girmiyordu. On – on beş dakika sonra Ares’in girdiği kabinden Maya çıktı. Kaptan fırtınanın ortasında bir denizkızına rastlayınca iyice kaybetti yolunu. Uzaya çıkış tesisine vardıkları günün akşamı Dione’ye veda partisi düzenlendi. Partiye geminin tüm yolcu ve çalışanları davetliydi. Boşalan servis tabaklarını ve bardakları mutfak asansörüne götüren Ares, yukarı gel diyen kaptanın emrine uydu. Kaptan köşküne girer girmez “Buyurun Efendim” dedi. Bakışlarını ufuktan ayırmayan kaptan “Gemimizin güvenliğini sağlamak için tamamladığın gizli görevinden dolayı teşekkürler Maya. Aramıza kendi kimliğinle katılamadığın için üzgünüm. Ancak yeni gezegenine Maya olarak varman daha uygun olacak. Yeni kostümün seni odanda bekliyor. Parti açılışındaki vals için bana eşlik edersen çok sevinirim” diyerek sağ gözünü hafifçe kırptı. Maya’nın kalbini aydınlatan çapkın bir gülümsemeyle partinin verileceği salona gitti.
Kazanılmış bir gelecek için terk edilirken insanoğlundan sonraki tüm canlıları kucaklayan Dione hüzünlüydü. Dünya ile aynı kaderi paylaşmanın burukluğu ile hem insanların torunlarına hem de kendi varlığına veda etti. Kirletilmiş denizleri, yok edilen bitki örtüsü ve çoktan rengini kaybetmiş gökyüzüyle tüm evlatlarını Tetis’e emanet etti.