Katta koşturan, sağa sola savrulan çocukların arasında bir o adımlarını kontrol ederek yürür,
yanındaki arkadaşını da kendisi gibi yürümesi için tembihlerdi. Hep bir şeyleri sayıyor gibiydi içinden,
yeni öğrendiği bir bilgiyi ezber ediyor diye düşünürdüm. Çocuktur nihayetinde, dersten başka ne işi
olacak?
Saati yoktu kolunda. Sanki zamanı bilirmiş gibi tenefüs bitmeden önce sınıfın kapısında durur,
mırıldanarak saniyeleri sayar, uçan bir şeyi yakalar gibi ellerini havada çırparak sınıfına girerdi. Oyun
oynadığı her halinden belliydi. Sonradan öğrendim, meğer konunun derslerle ilgisi yokmuş. Hep
içinde taşıdığı, özünde var olan ve her an duyumsadığı asıl bilgiymiş onun davranışlarını yönlendiren.
Bu bilgi de zamanmış. Çocuk, bir saatten farksızmış. Akrep ile yelkovanın ritmi bedenini titretirmiş
adeta.
Geçen hafta müdürün odasında gördüm öğretmenini. Ben odadaki saksıları alıp dışarı çıkarırken
öğretmen hanım kah sesini yükseltiyor, hararetle bir şeyler anlatiyor, kah ağlamaklı bir sesle
“Gelmesin okula.” diyordu. Meğer öğretmen tam bir şey diyecekken dersin bitmesine kalan dakikayı
söyler, kadıncağızı küplere bindirilmiş. Annesini de çağırmışlar. O da dertliymiş. Evde iş yaparken
durmadan saati söyler, kadının elini ayağına dolaştırırmış. Doktorlar da görmüş çocuğu ama nafile.
“Bu çocuk hasta değil, al evine götür hanım.” cümlesini duymuş hangi doktorun kapısını çalsa. Ama
öğretmen anlayacak gibi değildi. Bir hafta ceza alsın diyordu da başka bir şey demiyordu. “Ben o
çocuğu pek severim hocanım, sevimli bir şey. Oyun oynuyor yavrucak, hoş görün.” diyemedim. Nihayetinde hocadır kendisi, en iyisini o bilir.
Bir hafta görmedim onu. Herhalde öğretmeni biraz dinlensin diye annesi okula göndermemiş. Dün
koridorda gördü beni koşa koşa yanıma geldi. Saat takmış koluna şu renkli kayışlılardan. “Hoş geldin
ufaklık.” dedim. Saatini gösterdi gururla. Çok mutlu görünüyordu. Saçını okşadım usulca, gözlerinin
içine baktım. Çocuk işte, öyle masum öyle içten. Artık saate bakıp söyleyecekmiş kalan zamanı.
Aslında bakmadan da biliyormuş ama konuşmadan önce mutlaka saatine bakacakmış. Bir de
öğretmeni söz hakkı vermeden konuşmayacakmış. Yemin etmiş arkadaşlarının önünde. Gözleri ışık
saça saça yürüdü gitti arkadaşlarının yanına. Hiç değişmemişti, içinin tik takları adımlarından
sayılıyordu.