Site icon Halley Dergisi

MEÇHUL ATLI – MELTEM PİRLİBEYLİOĞLU

Ege de dağlarından yağ, ovalarından bal akan, kestane ağaçlarının sarıp sarmaladığı
küçük ama yemyeşil bir köy. Davullar, zurnalar, çalıyor, çocuklar en güzel giysileriyle ellerinde
balonlar, meydanın ortasında yerlerinden fırlamış oklar gibi koşturuyor. Meydan olabildiğince
kalabalık, ışıklarla donatılmış, fenerlerle, bayraklarla süslenmiş. Ayşe kızın düğünü var
köyde. Kolay değil, köyün ağasının oğluna gelin gidecek köyün güzeli Ayşe. Gündüz
kazanlar kaynadı, sofralar kuruldu zengin fakir herkes yedi içti bu sofradan.
Akşamına eğlencesiz olur mu? Erkekler bir yandan içiyorlar, bir yandan davul zurna
eşliğinde oynuyorlar. Arada bir coşup bellerinden tabancalarını çıkarıp havaya ardı ardına
ateş ediyorlar. Kadınlar en pırıltılı, en yeni giysileri giymiş, kollarında, boyunlarında altın
takılarıyla birbirleriyle yarışıyorlar sanki. Coştukça çalgının eşliğinde çiftetelli oynayarak
eğleniyorlar. Geçen zaman içinde en çok coşan da köyün ağası, alkolün dozu arttıkça
sıktıkça sıkıyor havaya. Süleyman ağa, beş kızdan sonra doğan tek oğlunu everiyor.
Kumral saçları, bal rengi gözleri, uzuna yakın boylu, efendi biri Ali. Çeşme başında
toplanan kızların içinde görmüş Ayşe’yi. Mor oyalı yazmasının altından dışarı fırlamak ister
gibi duran upuzun sarı saçlarına, bir tüy hafifliğindeki narin vücuduna gönlünü kaptırıvermiş.
Haber yollamış, usulca tenha köşelerde beklemiş Ayşe’sini. Masmavi gözleri hep ona baksın
istemiş. Ayşe de gönül vermiş Ali’sine. Aileler gitmiş, gelmiş, bohçalar, tepsiler, dolup, taşmış,
nihayet düğün günü gelip çatmıştı. Beyaz gelinliği içinde bembeyaz çiçek açmış bir orkideyi
anımsatıyordu Ayşe. Özel ve çok güzel. Çok yakışmışlardı birbirlerine. Ali, ipek kumaştan
lacivert takım elbisesiyle bu güzel orkideyi ayakta tutan bir destek misali dik ve güçlü
duruyordu Ayşe’sinin yanında. Gece ilerliyor eli kolu boynu altın takılarla dolu Ayşe,
heyecandan titriyordu.
Dans, oyun havası derken sıra harmandalına gelmişti, ağa ve oğlu meydanda oyunun
akışı içinde döndü bir kez. Süleyman Ağa ve meydanda oynayanlar çektiler silahlarını
bellerinden “Şerefine damat,” naralarıyla sıktıkça sıktılar havaya. Silahlardan çıkan
kurşunların sesleri önce dağlara çarptı sonra meydan da yankılandı. Düğün tüm coşkusuyla
devam ediyordu. Erkekler harmandalı oynama sırasındaydı ki dört nala bir at daldı köy
meydanına tam da düğün yerinin ortasında yere yığıldı. Köy halkı şaşkınlıkla bakıyordu
olanlara. Atın sırtında kanlar içinde yarı devrilmiş bir adam… Koştular kucaklayıp indirdiler at
sırtından, köyün doktoru da düğündeydi. Hemen bir ambulans çağırdı, yaralıyı hastaneye
götürdü. Kimse olanlara bir anlam veremiyor, adamı hiç tanımıyorlardı. Niçin oradaydı, neden
vurulmuştu, kanlısı mı vurmuştu, adı neydi, nereden gelip nereye gidiyordu…? Yüzlerce
soru, herkes kendince bir öykü uydurdu adam için. Belki de Ayşe’nin sevdalısıydı
saklamışlardı bunca zaman. Bir dedikodudur başladı köyde, düğün gecesi kötü bitmişti.
Hastanede ameliyata aldılar yaralıyı, uzun sürdü ameliyatı. Kurşun kalbi sıyırıp
omurgasına saplanmıştı. Hiç gözünü açmadan, tek kelime söylemeden günlerce yattı, Olay
jandarmaya intikal etti, onlar da ifade almak için beklediler sabırla.
Bu arada köy çeşit çeşit hikayelerle çalkalanıyordu. Ağa için için kızgındı bu düğünü
mahveden adama. “Nereden geldi gece vakti?” Ayşe ve Ali çıkan dedikodulardan üzgün,
kötü biten düğünlerinin çaresizliği içindeydi. Üstelik Ayşe’nin bir aşığı varmış düğünü basmış,
dedikodusu sarmıştı köyü. Öylesine dilden dile düştü ki az daha kendileri de inanacaktı bu
adamın Ayşe’ye sevdalı olduğuna. Karabulutlar dolaşıyordu üstlerinde. Şüphe girmişti Ali’nin
kalbine. Karı koca olmak bile nasip olmamıştı onlara. Nazara mı gelmişlerdi yoksa? Yine de
yüreklerini yakan sevgileriyle, göğüslediler bu zor günleri. Günler sonra haber geldi
hastaneden. Meçhul yolcu nihayet gözlerini açmıştı.

Jandarma bir iki gün kendisini toparlamasını bekledi, sonra da sorguladılar adamı. Yaralı
adamın anlattıklarını dinlediler, kayda aldılar. Şikayetçi olup olmadığını sordular. Başına
gelenlere, “Kaza işte kör kurşun yolunu şaşırdı herhalde gelip beni buldu,” deyip şikayetçi
olmayınca taburcu ettiler yaralıyı. Kurallar gereği kamu davası devam edecekti. Taburcu olan
Adamcağız da emanet atını almak için doktorla birlikte köye geldi. Köy halkı merak içinde
meydana toplanmıştı. Çeşit çeşit hikayeler dilden dile dolaşıyor, herkes heyecan içinde yaralı
adamın gelmesini bekliyordu.
Doktorla birlikte gelen yolcuyu gören halk nereden geldiğinin, nasıl yaralandığının merakı
içinde devamlı soru soruyorlardı. “Nerelisin, kimsin, buralarda ne işin vardı? Ayşe’nin aşığı
mısın, yoksa düğünümü basacaktın? Meçhul yolcu bu beklenmedik sorulardan şaşkındı ve
rahatsız olmuştu. Meraklı kalabalığa “Durun hele Ayşe’yi hiç tanımam ben, başıma gelenleri
anlatacağım size,” diyerek yaşadıklarını anlatmaya başladı. “Civar köyden at sırtında
arkadaşımın köyüne gidiyordum. Köy meydanının yan tarafından atımla geçerken kulağıma
gelen davul seslerinden bir eğlence olduğunu düşündüm. Sesin geldiği yöne yaklaşıyordum
ki karanlığın içinde patlayan silah seslerini duydum, sonra tarifsiz bir acı kapladı göğsümü.
Gömleğimden sızan sıcacık bir şey hissedip ata sıkıca tutundum. Düğünün gürültüsünden,
benim feryadından ürken atım dalıvermiş meydana, yardım istercesine.” Köylü dona kaldı
öylece. Neler neler demişlerdi oysa Ayşe için, başları önde dinlediler yolcuyu. Düğün gecesi
ardı ardına havaya sıktıkları kurşunları, dağda yankılanan seslerini hatırladılar. Tabii bu
kurşunlardan biri isabet etmiş olmalıydı at sırtındaki adama. Gittikçe köy meydanına
yaklaşan araçla Jandarma gelmişti olayı sorgulamaya. Meydanda o kaos içinde olan çok
insan bildiğini gördüğünü anlatacaktı jandarmaya. Köye yayılan varsayımlı söylenceler,
kurmacalar bitmişti, şimdi kendi gerçekleriyle yüzleşecekti köy halkı.
Başından geçeni anlatan yolcu etrafına bir şey arar gibi bakınıp atını sordu bize. Kaç
zamandır güzelce bakılmıştı ata, artık sahibine teslim etme vakti gelmişti. Ona gözü gibi
bakan seyis Memet koştu getirdi sahibine teslim etti atı. Yolcu “Maşallah güzel bakmışsınız,”
deyip “Teşekkür etti,” Memete. Oradaki kalabalığın içinden meraklı bir ses yükseldi “Bunca
zamandır arayanın soranın yok mu oğlum?”
“Yok amca ben o köye yeni atanan veterinerim komşu köydeki arkadaşımı ziyarete
gidiyordum başıma bunlar geldi. Sizden şikayetçi olmadım, gelinle damadın hatırına ama
bırakın artık bu düğünlerde, derneklerde, asker uğurlamalarında, tuttuğunuz takımın maçı
kazanmasında silah atıp durmayı? Ne güzel dağlarınız, ormanlarınız, şırıl şırıl akan
pınarlarınız var, her yüreğiniz coştuğunda dostluk kurun onlarla, eşlik edeceklerdir sizin
dostluklarınıza.”
Meçhul yolcu çevik bir hareketle bindi atına, bir selam yolladı başıyla meydandaki meraklı
kalabalığa görünmez oldu tozlu yolda. Köy halkı uzunca bir süre soruşturma geçirdi. Düğün
gecesi kurşunu sıkanlar tespit edildi, sonucunda meçhul yolcuyu yaralayan kurşunun ağanın
tabancasından çıktığı anlaşıldı. Yaralanan adam “Gelinle damadın hatırına şikayetçi değilim,”
dediği için hapse girmedi ama kamuya cezasını ödedi. Yaşadığı korku ve pişmanlıkla uluorta
silah kullanmamaya yemin etti. Köy halkı meçhul atlının sözlerini konuştu uzun süre. Barış
içinde, kimseye zarar vermedikleri güvenli bir köy istiyorlardı.
Köy heyetinin ortak kararıyla “Silahsızlar” olarak değiştirdiler köylerinin adını. Bir gün sizin de
yolunuz düşerse bu köye belki Ayşe’yle, Ali çıkar karşınıza…

Exit mobile version