“Topçam caddesinin ihlas sokağında bulunan mülk sahibi, beş katlı binasının dış cephesini haki rengine boyayınca hoş olmayan tepkiler almış, bu renkte ısrar edince bir takim yerlere şikâyetler edilmişti. Yirmi dört yıl sonra son anlarını geçirdiği yatağından kızına söyle seslendi: Haki, sevmediğim bir renkti.” Diyor konuğumuz Sarvan Rahimov.
Sarvan Bey hoş geldiniz.
Hoş buldum İlker Bey
Söyleşimize “Çağıldıyor Tin” adlı şiirinizle başlamak istiyorum; bu dizeleri ne kadar zamanda, hangi duygularla yazdınız?
Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki: “Çağıldıyor Tin” bir şiir olduğu kadar öykü de. Ana karakter deprem olmasıyla birlikte yıkıntı altında kalıyor, bedenini kıpırdatamadığından sesini kullanarak yardım talebinde bulunuyor fakat sesine kimse karşılık vermiyor. Böyle bir durumda kalsaydım ne yapardım veya insanlar ne yapardı? Diye düşündüğümde gelecekten ziyade geçmişi, anıları eşelemeyi makul buldum. Bu anıları düz ve yavan bir şekilde aktarmaktansa bilinç akışı tekniğinin pekâlâ yakışacağını düşünüp bu tekniği kullandım. Çok önceden bu yana şiir ile öykü sanatını harmanlamak istiyordum bu sebepten üslubumu da şiirsel tercihten yana kullandım. Bu öyküyü zihnimde tasarlamaya başladığımda epey vaktimi alacağını ve çok emek vereceğimi düşünmüştüm fakat öyle olmadı; beş, altı saatte yazıp bitirdim. Bu bazen tam tersi de olabiliyor. İki günde nihayete erdireceğimi düşündüğüm bir öykü bir haftamı alabiliyor. Çağıldıyor Tin isimli öyküyü iki yıl önce yazdım. O zamanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin tek zelzele travması Gölcük depremi idi, o da tesirini her geçen yıl yitirirken yeni ve daha ağır sonuçları olan bir deprem ile karşı karşıya kaldı T.C’de yaşayan insanlar. Ben şahsi olarak depremden menfi yönde hiç etkilenmedim. Bu sebepten Çağıldıyor Tin başlıklı öyküyü yazarken buna yönelik duygulanışlarım mevzubahis değildi. Ben yaşamımda da duygulanışlarla hareket eden bir insan değilim, sanırım bu yönüm öykü yazma deneyimime de tesir ediyor.
Öykü okumayı seven; töz olarak benzer, birbirine eklemlenen öyküler okumaktan bunalmış, yeni ufuklar arayan, aynı zamanda öykü okumaya küsmüş okurları tekrardan edebiyata çekebileceğinizi düşünüyor musunuz?
Öykü okumayı sevdirebileceğimi düşünüyorum fakat kalıcı bir öykü okuru olacakları konusunda pek umudum yok. Zira uluslararası edebiyatı da işin içine kattığımızda birkaç öykü yazarının öyküleri dışında öykü pek okunmuyor. Bunun muhtelif gerekçeleri var, bir kısmından söz etmek istiyorum: Öykü romana kıyasla daha zor yazılan bir edebiyat türü, yine romana kıyasla okurdan daha çok emek isteyen bir kurmaca çeşidi. Birçok yazar ilk kurmaca yazınlarını öykü olarak yazar ve bunları kitaba dönüştürüp yayınlama konusunda epey cüretkârlar. Okur bu yazarlara her şans vermek istediğinde; sıkıcı, anlamsız, içi boş, birbirine benzeyen öyküler gördükçe öykü sanatına şans verme hususunda çekimser davranıyorlar. Suçu sadece yazara yıkmak da doğru değil, üstte de bahsini ettiğim gibi öykü okumak daha fazla çaba gerektiriyor. Misal, okur on üç öyküden oluşan yüz sayfalık bir öykü kitabı okuduğunda yığınla olay, mekan, zaman, durum ve karaktere maruz kalıyor bunları özümsemekte ve bağ kurmakta güçlük çekiyor.
Bu kitabı neden yazdınız?
Kitap yayımlamadan iki sene önce öykülerimi kendi blogumda yayımlardım. Okurlarımdan gelen müsbet eleştiriler, mübalağa raddesindeki övgüler ve kitap yayımlamam konusundaki baskılar etken olmuş olabilir. Yarattığımı daha fazla insana gösterme istenci, bir şeyleri değiştirebilirim arzusu ve rekabet tutkusu gibi unsurlar da öykülerimi kitaba dönüştürme yönünde olumlu katkı sağlamış olabilir diye düşünüyorum.
Yıldırım ailesi sizce Türk ailesinin neresini anlatıyor?
Dünyaya bebek getirme hususunda iktisadi koşulları göz önünde bulundurmamaları buna sebep derin bir yoksulluk içinde yaşamaları; Baba erkinin cezalandırıcı ve hizaya çekici rolü; Televizyona olan yoğun düşkünlük hali; Buyurganlık; İleride “iyi bir hayat yaşamaları” gayesi ile çocuklarına kolektif eğitim konusunda baskı uygulamaları; Babanın, evin annesinin çalışmasından duyduğu hoşnutsuzluk ve bu hoşnutsuzluğu gidermek için ikinci bir işte çalışmak istemesi gibi unsurlar göze çarpıyor. Lakin bu öyküdeki esas mesele Yıldırım ailesinden ziyade anlatımda kullanılan nevi şahsıma münhasır yöntem ve bu yöntemin meyvesi olan içerikte bahsi edilenler diye düşünüyorum.
Garabetin Panoraması’nın çıkış noktası nedir?
Bir gün kapımızı epey mutlu görünen, nazik, bir yanağına tokat attığımızda diğer yanağını çevirebilen biri çıksa ne yapardık diye düşündüm ve ortaya bu öykü çıktı.
Bu kitabı yazmaya ne zaman karar verdiniz?
İki bin on sekiz yılının şubat ayında on bir blog yazısı yazarak diğer aylara kıyasla yüksek üretkenlik göstermiştim. Yine bu ayda yaşamım hakkında majör kararlar alıp eylemselleşmeye koyuldum. Kitap yayımlama düşüncesi de ilk bu zamanlar filizlendi diye ansıyorum. Sağlam adımlar atmak istemem, kendimi öykü alanında geliştirme düşüncesi ve hazır olduğumda yayımlarım gibi etmenler nedeniyle pratik hamle yapmaktan kaçındım. Ancak bir noktada kendimi geliştirmemin ve hazır olma durumunun bir sonu olmadığının ayırdına varıp harekete geçtim.
Sarvan Rahimov yazar olmak dışında kimdir?
Kendimle ilgili konuşmaktan pek hazzetmiyorum. Okurların benimle değil yazdıklarımla ilgilenmesini münasip buluyorum.
Kitabınızdaki sekiz hikâyenin yerlerini neye göre belirlediniz?
Okurun keyif almasını ve bunalmamasını göz önünde bulundurarak bir sıralama oluşturmaya çalıştım. Bunun içinde; öykülerin uzunluklarını hesaba katıp, okurdan daha fazla emek isteyen öyküleri aralara serpiştirmeye özen göstererek düzenledim.
Kitabınızda birkaç hikâyede kara mizah havası var. Kara mizah sizin için ne ifade ediyor?
Annem kara mizah konusunda çok iyidir. Onun yaptığı latifeler ile zamanında pek gülmüşümdür. Öyle sanıyorum ki kara mizaha olan ilgim de annem sebebi ile başladı. Ben değerleri önemseyen onları prangaya dönüştüren bir insan değilim. Bu nedenle hangi değer olursa olsun latife nitelikli ise gülünç gelir bana. Kara mizahın hem acı bir tat bırakıp hem gülümsetmesi hem de bir mesaj içermesini fevkalade buluyorum. Bu gibi etkenler öykülerime de yansıyor olsa gerek.
Garabetin Panoraması hikâyenizdeki gibi insanın tek ve en büyük derdi mutluluk mu?
Bence mutlu olma meselesi öyküdeki karakterin umurunda değildi, onun meselesi merak meselesiydi. İnsanlar mutlu olmayı fazla önemsiyorlar, bunu yegâne gaye olarak belirleyip erişmek için mücadele ediyorlar. Bu mücadele de onları mutsuzluğa sürükleyen etkenlerden biri oluyor. İnsan ya eriştikleri sebebiyle can sıkıntısı içinde bocalayarak mutsuz oluyor ya da erişemedikleri sebebi ile ızdıraplar içinde mutsuz oluyor.
Sarvan Rahimov’un yazar olmasını sağlayan yazarlar kimlerdir?
Herhangi bir yazarın yazar olmamı sağladığını düşünmüyorum, lakin bununla yazarların yazar olmamda bir katkısı olmadığını da ibraz etmiyorum. İlkokul üçüncü sınıfta Zehra adında bir öğretmenim vardı: uzun boylu, esmer, iri sararmış dişleri, omuzlarına süzülen kısa ve yıpranmış saçları vardı; ne oje sürerdi ne makyaj yapardı sesi de epey kalındı. Zehra Hanım talebelerinin kitap okuması için çok çaba sarfetti. Önce hepimizden bir miktar para topladı sonra büyük bir kitap listesi hazırlayıp kitabevleri ile pazarlıklara girişti. Bir gün okulun bahçesine ticari bir aracın girdiğini gördüm. Zehra Hanım yüzlerce kitap almıştı. Aralarında dünya klasiklerinin kısaltılmış hallerinin bulunduğu kitaplarda olduğunu hatırlıyorum. Bu kitapları bize okutup özetler çıkarmamızı istedi. Bir defasında yirmi sayfalık bir kitaptan yedi buçuk sayfa özet çıkardığımı görünce yanıma gelip bu işte yeteneğim olduğunu söyledi. O yıl altmış yedi kitap okumuştum. Okul müdürü ant içme merasiminden sonra beni kürsüye davet edip herkesin önünde tebrik etmişti. O dönem okuduğum yüzlerce kitabın hayatıma büyük fayda sağladığını düşünüyorum. Zehra öğretmene minnettarım.
Avangart konulu, sıradışı bakış açılı bir yazar olmak için sizce hangi yeteneklere sahip olmak gerekir?
Şeyleri eşeleyebilme, şeylerin ardında neler olduğunu merak etme tutkusu, bu böyle olmak zorunda değil diyebilmek, düşünmek, cüret edebilmek, yeniliklere açık olmak, kendi yolunu yaratma isteği gibi meziyetler diyebilirim.
Sizce sonsuz mutluluk mutluluğu anlamlı kılar mı?
Bence mutluluğu anlamlı kılan şey mutsuzluğun kendisidir. Ayrıca herhangi bir şeyin süreklilik arz etmesi alınan hazzı menfi yönde etkiler.
Motosiklet kazası hikâyenizde Korcan ve Vedat’ın durumu insanın içindeki hangi yönü gösteriyor?
Yardımlaşmanın nemalandığı kültürel değerlerin, yetinin, devletin ödevlendirmesinin ve insan olmak kisvesiyle üzerimize yıkılan sorumluluğun arı us aracılığı ile temellendirmede sorunlara neden olduğunu gösteriyor.
Sarvan Rahimov’un yazar olarak kendisinde gördüğü en büyük zayıflık ve en güçlü yönleri nelerdir?
Yavaş yazmak ve yazarken sık molalar vermek zayıf yönlerim diyebilirim. Konu bulmak, hikâye yaratmak, bahis edilecek meseleler oluşturmak güçlü yönlerim olsa gerek.
İş Başvurusu adlı hikayenizi çok beğendim; acaba bu hikâyeyi yazarken neler hissettiniz?
Basit bir iş görüşmesine gitmek isteyen karakterin maruz kaldığı sorunlar, iç ve dış çekişmeleri, bir türlü durmak bilmeyen zihni beni bunalttı yazarken. Bir yandan da üzüldüm karaktere, hayatı böyle yaşamak oldukça güç görünüyor.
Sarvan Rahimov, yazdıklarıyla kimleri etkilemek istiyor?
Bulutlar üzerinde solungaçlarını çırparak uçan çipuraları, hardal sosunu keşfeden o yüce insanı, büyük sanatçı olarak addedilen kişinin eserini eleştirileri ile paramparça eden o tüketiciyi etkilemek istiyorum.
Kabarpa adlı hikâyenizin ressam karakteri gibi sizce ilham?
Karakterin söylediklerine katılıyorum ancak eksik buluyorum. Bazen ne kadar çabalarsak çabalayalım aradığımız düşünceyi bulamayabiliyoruz, bu noktada çok zorlamamak gerektiğini düşünüyorum. Biraz farklı şeylerle ilgilenmek sonra tekrar arayışa çıkmak faydalı olacaktır kanaatimce.
Anoru adlı hikâyenizin çıkış noktası neydi?
Sürekli gelişen yapay zekâ yaşamımızı etkilemeye başladı. İlgiyle olanları izliyor her defasında biraz daha dumura uğruyoruz. Yapay zekânın hukuk alanına sirayet etmesinin ne gibi etkileri olabileceğini düşünürken aklıma böyle bir öykü yazmak düştü.
Kitabın adı neden “Çürük Ezgil”?
Babam, ben çocukken ezgil mevsiminde eve sürekli çürük ezgiller alırdı. Çürük olması nedeniyle ezgili yemek istemez burun kıvırırdım. Bir gün eve henüz çürümemiş ezgiller aldı, tadına baktığımda hiç beğenmedim. Ezgiller bir süre evde kalıp çürümeye başladığında merak edip denemek istedim. Tadının lezzetli olması beni öylesine şaşırttı ki bunu bir türlü anlamlandıramadım. Hepimizin bildiği üzere çürüyüş menfi bir hal iken bu meyvedeki çürüyüş müspet bir hali temsil ediyordu. Yayımlayacağım kitap için başlık düşündüğüm dönemde maydanoz almak için uğradığım manavda çürük ezgiller görünce kitabımın adının bu olması gerektiğine dair içimde yoğun bir arzu kabardı.
Bu hikâyeler arasında sizi en iyi anlatan hikâye hangisi?
İş Başvurusu öyküsü olsa gerek çünkü tıpkı o karakter gibi gün içinde sıkça içimden konuşur, bir şeyler düşünür, bir şeylere eleştiriler getiririm.
Ödül Töreni hikâyenizin ilham kaynağı nedir?
Olurda bir gün bir ödül töreninde ödül alırsam ne yapardım, ne anlatırdım veya bir şey söylemem gerekir miydi? Diye düşünürdüm ara sıra. Bir de ödül törenlerindeki insanları; ödül alanların bahsini ettiği konuların sürekli tekrar ettiğini, gereksiz sözler sarf ettiklerini düşünürdüm. Bunlar zihnimde dönüp dolanırken kurgusal bir ödül töreni yaratmak istedim.
Kendiniz dışında sizi etkileyen hangi yazarın eserini siz yazmak isterdiniz?
Max Stirner’ın Biricik ve Mülkiyeti kitabını yazmayı pek isterdim.
Bir yazar olarak en büyük hayaliniz nedir?
Okurların tercihleri doğrultusunda oligopol bir hal alan öykü sanatında mühim bir aktör olabilmek, farklı üsluplarla, kurgularla, konularla… Yazılmış bir öykü külliyatı oluşturabilmek.
Öykülerde betimleme ve benzetme kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Edebiyatta betimleme ve benzetmenin önem arz ettiğini düşünüyorum fakat bunların tadında kullanılması gerektiği kanaatindeyim. Zira yoğun betimleme ve benzetme okuru bunaltır. Benzetme kullanırken ciddi bir konu işleniyorsa ve benzetme okura gülünç geliyorsa o benzetmenin amacına hizmet etmediği, yanlış kullanıldığı aşikârdır. Yerli yersiz betimlemelerde okurda anlamsızlık ve hoşnutsuzluk duygusu uyandırır. Misal bir karakteri bir ağacın gölgesine oturtup yarım sayfa ağaç betimlemenin hoş olmadığı düşüncesindeyim.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederim.
Bilmukabele, müteşekkirim.