Ben, iskeledeydim,
karşımda ben vardım;
kendimle benim aramda yine ben…
Küçük bir ada tuhaflığıyla içime
oturmuş seyrediyordum denizi.
Deniz, pürtüklüydü balıkçıların sesinde;
hiç susmadan şarkı söyleyebilen gözleri vardı, kısık…
Birtakım yalnızlıklar avlamaya çıkmış ihtiyarlarla bir olup
açıkları kurşunluyordum durmadan.
Herkesin kedileri sevdiği bir kayanın dibinde
sevgilimin mendiliyle bir giriyordu koynuma ölüm.
Siyah beyaz fotoğraflar çağında değildik artık;
mürekkebin, divitin ve hokkanın çağında…
Kızıl bir uçurumdum bu yüzden denizin ortasında:
İskelede ben vardım,
karşımda ben,
kendimle benim aramda yine ben;
oturmuş içime, içimi seyrediyordum.
Faytonlar geçiyordu gözlerimden tekneler hâlinde,
ağlar bufalolarla doluyordu birden;
Fillere simit s/atıyordu piyango gişeleri,
trenler derinlere seyrediyordu.
Darwinler yüklüydü vagonlar, İsalar…
Bir devekuşu: “Aptal romantikler!” diyordu.
“Aşk, sevgi, duygular…”
‘‘Bunlar…’’ diyordu, ‘‘Bunlar elektronlarla alakalı.”
Nereye dönsem içimi alamıyordum…
Bu yüzden denize döktüm Nuh’u ve diğer peygamberleri:
Kendimi yani, üzerime kustum…
Yoksa filler neden simit yesin,
bufaloların solungaçları nerde?
Deniz bensem, hem içindeysem içimin,
neden hem iskele hem ada olduğumu iddia edeyim?
Hem uzatmış bacaklarımı benden aşağı, bulutlar aralarken ayaklarımla
elimde değil…
İnanmıyorum çünkü bütün bunları aklın alacağına
ve böylece herkese deli olduğumu ispatlıyorum, kaçık olmanın kaçınılmaz olduğunu.